08.12.2011
HUGO / HUGO (Martin Scorsese/2011)
Sinemanın ortaya çıkış öyküsü anlatılırken kimi kaynaklarda şu veriyle
karşılaşıyoruz. Sinematografın mucidi Lumiere kardeşler 1895’te o meşhur trenin
gara girişi filmiyle büyük sükse yapmış, ilgi toplamış olmalarına karşın sinemanın uzun erimli olacağını düşünmemiş,
aksine gelip geçici bir heves olarak kalacağına inanmışlar. Bugün durup
düşündüğümde, sinematografın icadından sonra var olan potansiyeli gören ve buna
inanan sinemacılar olmasaydı sinema gerçekten uzun erimli olabilir miydi merak
ediyorum. Sinemaya taparcasına bağlanan ve düşlere, fantezilere aracılık etme
potansiyelinin farkına varıp o dönemin koşullarına göre olağanüstü işler ortaya
çıkaran isimlerin başında Fransız yönetmen ve yapımcı George Melies gelir.
Ülkemizde sessiz sedasız vizyona giren Hugo isimli 3 boyutlu film, doğumunun
150. yıldönümünde adeta Melies’ye bir armağan, Melies’yi bir kutsama gibi. Ne
yazık ki yalnış bir biçimde Hugo bir çocuk filmi gibi algılanıyor. Evet
çocuğunuzu götürebileceğiniz bir film ama çocuk filmi değil. Zaten Türkçe
dublaj olmamasından da rahatça anlaşılabilir filmin hedef kitlesi. Hugo bunun gibi daha bir çok sürprizi içinde
barındırıyor. Gelin hep birlikte bunların neler olduğuna değinelim.
Hugo’nun yönetmeni usta
sinemacı Martin Scorsese. Sizin de bildiğiniz gibi Martin Scorsese dendiğinde
belli nitelikte filmler gelir akla. Çoğunlukla sert temalı ve şiddet içeren,
çok iyi yönetilmiş filmlerdir bunlar. Taksi Şoförü, Azgın Boğa, Sıkı Dostlar,
Casino, Köstebek ilk akla gelen ve yaptığım tanımlamaya uyduğunu düşündüğüm
filmler. Scorsese son dönemlerde Rolling
Stones ile ilgili yaptığı Shine a Light ya da George Harrison’ı odağa taşıyan
George Harrison: Living in a Material World gibi özellikle müzikle ilgili
belgeseller çekmeye yönelse de Zindan
Adası’yla hala kurmacada sevdiği şeylerin aynı olduğunu hatırlatmıştı
izleyicisine. Bu açıdan baktığımızda Hugo tam bir sürpriz. George Melies’in
sinema yaşamına odaklansa da film hem ana karakterler çocuk olduğu için hem de
yönetmenin seçimi bu doğrultuda olduğu için naïve bir anlatıma sahip. Bu açıdan
Martin Scorsese’ye ilişkin belli bir yargınız varsa Hugo tam bir sürpriz olacak
sizin için.
Öte yandan Hugo Martin
Scorsese’nin ilk 3 boyutlu filmi. Hatırlarsanız bir kaç hafta önce, Avatar’dan
bu yana iyi bir 3 boyutlu film izleyemediğimden yakınmıştım. Benim için Hugo bu
yargıyı yıktı. Gerçekten 3 boyut anlamında çok iyi bir iş var karşımızda.
Dolayısıyla, Martin Scorsese izleyicisine özenli bir görsel anlatım sunma
konusundaki standardını bu ilk 3 boyutlu filmiyle de korumuş. Film, konusu
nedeniyle 1920’lerin sonu, 1930’ların başı denebilecek bir dönemde geçiyor. O
dönemin atmosferini, ışıltılı Paris’ini göz kamaştırıcı ve estetik bir biçimde perdeye
aktarıyor. Bunun ötesinde filmde belgesel görüntülere de yer verilmiş.
Dolayısıyla, hem izlemesi keyifli hem de zor ulaşılabilecek belge görüntüler
nedeniyle heyecan verici bir yapım.
Martin
Scorsese’nin önemli özelliklerinden biri de aynı oyuncularla çalışması. Hatta
aynı oyuncu desek çok da yanlış olmaz. Yönetmen uzun yıllar boyunca filmlerinde
başrolü hep Robert DeNiro’ya verdi. 2002’de çektiği New York Çeteleri’nden bu
yana ise Leonardo DiCaprio yönetmenin gözdesi. Bu kural Hugo’da da değişmiş gibi. Bu kez yönetmen filminde ne Robert De Niro'ya ne de Leonardo Di Caprio'ya yer vermemiş ama 10 dakika için bile olsa filmde bir başka yıldız oyuncu, Jude Law yer alıyor. Ancak
hemen vurgulayalım, filmi
asıl sürükleyen çocuk oyuncular Asa Butterfield, Chloe Grace Moretz. Kuşkusuz
istasyon şefi rolünde izlediğimiz Sacha Baron Cohen’in performansını da
unutmamak gerek. Ama hepsinde öte George Melies’ye olağanüstü benzerliğiyle de
beni şaşırtan usta oyuncu Ben Kingsley’nin oyunculuğuna değinmek gerek.
Kingsley’i George Melies’i canlandırıken hayranlıkla izledim.. Kanımca Hugo
Cabret’i canlandıran Asa Butterfield’in oyuncu olarak biraz daha olgunlaşmaya
ihtiyacı var. Buna rağmen, üzerinde yükün üstesinden gelmiş. Dolayısıyla film
oyunculuk açısından da izleyicisini memnun ediyor.
Kısaca bana
göre, Hugo özellikle sinema
eğitimi alan, sinemaya meraklı, sinemaya gönül vermiş herkesin görmesi gereken,
izlemesi son derece keyifli bir 3
boyutlu film. Üstelik doğumunun 150. yıldönümünde öncü yönetmen George
Melies’ye saygı duruşu gibi. Kaçırmamanızı öneririm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder