TRANSLATE. PLEASE TRY IT!

Bu Blogda Ara

2 Ocak 2013 Çarşamba

SEN DÜNYAYA GELMEDEN / TWICE BORN


27.12.2012
SEN DÜNYAYA GELMEDEN / TWICE BORN ( Sergio Castellitto 2012)

Son günlerde şehrimizde sinema adına bir hareketlilik var. Önce Yedinci İşçi Filmleri Festivali çerçevesinde, 21-27 Aralık tarihleri arasında şehrimizin farklı salonlarında, hatta fabrikalarda yapılan gösterimlerle izleyicinin ayağına giden, izleyiciyi filmle buluşturan bir hafta armağan edildi Eskişehir’e. Ardından altı yıl önce bir grup öğrencinin başlattığı ve bugün Anadolu Üniversitesinin ve Eskişehir'in  sınırlarını zorlayan Altıncı Palto Film Günleri başladı. 25-30 Aralık tarihleri arasında süren bu festivalde de henüz vizyona girmemiş ve sabırsızlıkla beklediğimiz Acı, Aşk, Cennetteki Çöplük gibi filmlerle izleyici buluşturuldu. Her iki festivalde de emeği geçen herkese buradan teşekkürlerimi iletmek istiyorum. Bunlar şehrimizin değerleridir ve sahip çıkmak gerekir.  Kişisel olarak benim gündemim bu festivallerle dolu olmasına karşın şehrimizdeki ticari sinema salonlarında oynayan filmleri de göz ardı etmedim.  Halen gösterimi devam eden filmlerin yanı sıra, Açlığa Doymak, Elveda Katya ama özellikle F Tipi gibi vizyona girmesini beklediğimiz filmler de salonlardaki yerlerini aldılar geçen hafta. Umut ediyorum bu filmler bir haftadan fazla gösterim süresine ulaşırlar. Ancak ben yine, daha kenarda köşede kalmış bir filme yöneldim geçen hafta ve yönetmenliğini Sergio Castellitto’nun yaptığı, senaryosunu yine Sergio Castellitto ve Margaret Mazzantini’nin yazdığı, magazin basınımızda Saadet Işıl Aksoy’un da oyuncular aralarında olması nedeniyle gündeme gelen Sen Dünyaya Gelmeden isimli, İspanya, Hırvatistan ve İtalya ortak yapımı filmi izledim. Gelin şimdi film hakkında konuşalım.

Sen Dünyaya Gelmeden, afişine bakılırsa bir aşk hikayesini anlatmakta. Aslında bu çok da yanlış bir yargı değil. Ancak film tutkulu bir aşk hikayesini içerse de ardına konumlandırdığı fon bu aşk hikayesini başka bir boyuta taşıyor. İtalyan Gemma yaptığı bir çalışma nedeniyle Saray Bosna’dadır. Ona kılavuzluk edecek olan Gojco’nun arkadaşlarıyla düzenlediği bir partide Amerikalı Diego ile tanışır ve birbirlerine aşık olurlar. Gemma’nın sürmekte olan bir ilişkisi vardır ve babasının tüm uyarılarına karşın Diego ile yaşadığına gelip geçici bir ilişki gözüyle bakar ve ülkesine döndüğünde o kişiyle evlenir. Ama evliliği uzun sürmez ve Diego’nun İtalya’ya gelmesiyle birlikte Gemma’nın da tüm yaşamı değişir. Ne varki Diego’nun hayattaki en büyük hayali çocuk sahibi olmaktadır ve Gemma çocuk sahibi olamamaktadır. Bir gün Saray Bosna’ya gitmeye karar verirler. Amaçları Gojco’nun küçük kız kardeşini mutlu etmektir. Bu arada çocuk sahibi olmak için alternatif yollar ararlar ve Saray Bosnalı genç bir kadın olan Aska taşıyıcı anne olmayı kabul eder. Ancak bu hem yaklaşan savaş ortamı nedeniyle, hem de Diego ve Gemma arasındaki çatışmalar nedeniyle kolay bir süreç olmayacaktır.

Sen Dünyaya Gelmeden, grift bir öyküye sahip. Klasik bir aşk hikayesi olarak başlayan anlatı, filmin ilerleyen bölümlerinde bir melodrama ve ardından da bir drama dönüşüyor. Ancak beni daha en başta filmin adı perdede yansıdığında yapılmış olan çekimle kendine çekti film. Grafik olarak benim için oldukça etkileyici bir sahne ve filmin döngüsel zamanı bu görüntüyle gerçekleşiyor. Yalnız bu sahneyle değil, genel olarak filmin görsellik anlamında belli bir duyarlılığının olduğunu söyleyebilirim. Film oyuncu seçimi anlamında da ortak bir yapım olduğunu hissettiriyor. Penelope Cruz, Emile Hirsch, Adnan Haskovic ve Saadet Işıl Aksoy gibi dört farklı ülkeden seçilmiş oyuncular filmin lokomotifini oluşturuyor. Bu farklılığa rağmen aralarında bir uyumun yakalandığını söyleyebiliriz. Penelope Cruz’u yaşlanmış olarak görmek kişisel olarak sarsıcıydı. Daha önce hiç izlemediğim Adnan Haskovic’in anlamlı yüzünden ve oyunculuğundan etkilendim. Saadet Işıl Aksoy  ise bana kalırsa oyunculuk kariyerine bir başka başarı eklemiş buradaki performansıyla.


Sen Dünyaya Gelmeden’i sevdim mi? Açıkçası sevmekten öte filmi ilginç bulduğumu belirtmeliyim. Türler arasındaki geçişkenliği, görselliği, Saray Bosna’nın mekan olarak kullanılması ilgimi çekti. Ama sonuçta film bir melodram. Pek çok talihsizliğe, keşkeye dayanıyor. Mekan olarak büyük oranda Saray Bosna’da geçse de savaş filmi kesinlikle değil. Yakın dönemde yaşanmış zalim bir savaş sadece filmde fon olarak ilerliyor. Kısaca Sen Dünyaya Gelmeden farklı bir şey izlemek isteyenler için alternatif olabilir. Ama kaçırıldığında da büyük bir kayıp olmayacaktır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder