15.11.2012
ROMA’YA SEVGİLERLE / TO ROME WITH LOVE
(Woody Allen 2012)
Sizin de bildiğiniz gibi Woody Allen uzun
zamandır sinemanın içinde olan çok yönlü bir sanatçı. Çok sayıda filmin
yönetmenliğini, senaryo yazarlığını yapmanın yanı sıra oyuncu olarak da pek çok
filmde yer almış bir sinema adamı. Burada çok sayıda derken 70 tane senaryodan,
48 filmin yönetmenliğinden ve 44 oyunculuk deneyiminden söz ediyoruz. Yani
Woody Allen çok yönlü olmakla kalmayan, aynı zamanda çok üreten bir sanatçı. Annie
Hall (1977), Manhattan (1979), The Purple Rose of Cairo (1985), Hanna and Her Sisters (1986), Radio Days
(1987) Woody Allen’ın en çok bilinen ve sevilen filmleri arasında
sıralanabilir. Kişisel olarak Woody
Allen’ın Radio Days gibi geçmişte çektiği filmler arasında sevdiklerim olsa da
filmlerinin çoğunlukla çok fazla diyaloğa dayalı olması beni onun işlerinden
uzaklaştırmıştır biraz. Ama yakın dönem filmleriyle bana kalırsa Woody Allen yalnız
benim gibi düşünenleri değil, genç kuşak izleyiciyi de yakalamayı başardı.
Tabii bunda filmlerin öykü, biçem gibi niteliklerinin yanı sıra oyuncu
seçimleri de belirleyici oldu. Örneğin,
Match Point’te (2005) rol alan
Scarlett Johansson ve Jonathan Rhys Meyers yeni nesil izleyiciyi filme
çekmek için çok doğru seçimlerdi. Woody Allen’ın şehir üçlemesinde de, yani,
Vicky Christina Barcelona (2008), Midnight in Paris (2011) ve bugün üzerinde
konuşacağımız To Rome With Love (2012), salonlardaki adıyla Roma’ya Sevgilerle
de oyuncu seçimiyle izleyiciyi salonlara çekmeyi başardı. Ama filmlerin yegane
başarısı bununla sınırlı değil. Önce Roma’ya Sevgilerle’nin konusuna kısaca
değinelim, daha sonra da genel hatlarıyla filmi değerlendirelim.
Roma’ya Sevgilerle birbirinden farklı hikayelerin ilk bakışta paralel
olarak ilerlediği bir film. Ama aslında paralel gidiyormuş gibi görünen öyküler
zaman algımızda kırılmalara yol açacak biçimde farklı ilerliyor. Ünlü mimar
John’un 30 yıl sonra eşi ve dostlarıyla çıktığı Roma tatili, kızlarının yolda tanıştıktan sonra aşık olup
evlenmeye karar verdiği İtalyan genci Michelangelo ve ailesiyle tanışmak üzere
Roma’ya gelen Amerikalı çift, taşradan Roma’ya aile şirketinde çalışmak üzere
gelen yeni evli çift Milly ve Antonio ve sıradan bir devlet memuru ve aile
babasıyken birden bire ünlenen Leopoldo ve ailesinin başından geçenler filmde
birlikte ilerleyen öyküler. Her bir öykü insanlık durumlarına dokunmakla
kalmıyor içten içe eğlence endüstrisini, ünlü, şöhret olma durumunu eleştiriyor.
Bunu yaparken de Woody Allen’ın ince espri anlayışına tanık oluyoruz. Biraz
önce öykülerin zamansal olarak paralel ilerlemediğini, zamanda kırılmalar,
farklı akışlar olduğunu söylemiştim. Örneğin, Woody Allen’ın canlandırdığı
opera yönetmeni Jerry’nin cenaze levazımatçısı
dünürünün vokal yeteneğini keşfedip Palyaçolar (Pagliacci) Operasını
sahnelemesi doğal olarak aylarca sürecek bir hazırlığı gerektirmektedir. Oysa yeni
evli çift Antonio ve Jerry’nin macerası tek bir gün içinde geçiyor. Ancak bu
farklılıklar filmin akışını olumsuz biçimde etkilememiş ki bence bu bir kurgu başarısı.
Roma’ya Sevgilerle yalnızca yarattığı karakterlerle ya da Penelope
Cruz’dan Roberto Benigni’ye, Alec Baldwin’den Allen Page’e kadar çeşitlilik
gösteren oyuncu kadrosuyla öne çıkmıyor. Woody Allen’ın şehir üçlemesindeki
diğer iki film Vicky Christina Barcelona ve Midnight in Paris’te olduğu gibi
olayların geçtiği bu şehirler bütün olağanüstü görüntüleriyle perdeye
aktarılmış. Bu şehirler de filmlerin birer aktörü. Hatta bana göre Midnight in
Paris’te oyuncular Paris’e eşlik ediyor. Dinlendiğinde o kültürü hemen herkese
anımsatan müzik seçimi işi de Roma’ya Sevgilerle de başarıyla kotarılmış.
Neredeyse her kuşağın aşina olduğu Volare, bilinen bir İtalyanca şarkı olarak,
filmin atmosferine mükemmel biçimde uymuş. Seçilen mekanlar, kostümler özenli
ve filmdeki öykülerle uyumlu. Kurgu, farklı öyküleri ve zamanları akıcı biçimde bir araya getirmiş. Ve tüm
bunlar ince bir espri anlayışıyla bütünleşmiş.
Eğer Woody Allen’ın şehir üçlemesindeki diğer iki filmi izleyip
beğendiyseniz Roma’ya Sevgilerle’yi de
izlemenizi öneririm. Eminim filmde anlatılan dört hikaye arasından kendi
favorinizi seçeceksiniz. Öte yandan, kişisel olarak üçleme içinde beni en çok
etkileyen Midnight in Paris olsa da To Rome with Love’ı da zevkle izledim.
Umarım film sizin üzerinizde de olumlu bir etki bırakır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder