28.03.2013
AŞK SEANSLARI / THE SESSIONS
(Ben Lewin/2012)
Sinemada bazı konular, bazı temsiller genellikle
görmezden gelinir; ikinci planda kalır. Bu konulardan biri yaşlılıktır.
Yalnızca yaşlılar üzerine ilerleyen film sayısı oldukça azdır. Marc Rydell’ın
1981’de çektiği Altın Göl, Bruce Bresford’un yönettiği 1989 yapımı Bayan
Daisy’nin Şoförü ya da 2012 yapımı Haneke imzalı Aşk, yaşlıları başrole taşıyan
az sayıdaki filmden ilk sıralayabileceklerimiz. Yaşlılar gibi engelliler de
filmlerde temsil açısından ihmal edilir çoğunluk. Engelli bir karakterin
başrolde olduğu filmler arasında Jim Sheridan imzalı Sol Ayağım sanıyorum
hepimizin ilk aklına gelen örneklerden biri olacaktır. Biraz daha düşündüğümde
Ron Covic’in yönettiği 4 Temmuz isimli film bir başka örnek olarak beliriyor.
Gerçekten sinema sektörü bu ve benzeri temsiller konusunda oldukça tutumlu
davranıyor. İşte bu konuda iyi örneklerden biri şu an şehrimizde tek bir
salonda oynamakta: Aşk Seansları. Filmin yönetmenliğini, kariyerini daha çok
televizyon alanında ilerletmiş, özellikle Ally McBeal başta olmak üzere pek çok
popüler diziye imza atmış olan Ben Lewin üstlenmiş. Gelin şimdi film hakkında konuşalım...
Mark O’Brien 6 yaşında
geçirdiği ağır bir çocuk felci nedeniyle yatalak bir hayat sürmek zorunda
kalmıştır. Başkalarının bakımına muhtaç olmasına ve gününün büyük bir bölümünü adeta
demir bir tabut içinde geçirmesine karşın yaşamın içinde olmak için direnir.
Motorlu sedyesiyle eğitimine devam eder ve mezun olur. Fiziksel engeli
nedeniyle üretken olabildiği ve tutku duyduğu tek şey yazmaktır. Ne var ki 38
yaşına gelmiş olmasına karşın henüz bir kadınla ilişki yaşamamış olması kafasını
en çok yoran konu olur. Aynı zamanda koyu bir Katolik olan Mark’ın hayatına,
önce devam ettiği kilisenin rahibi, ardından da bakımını üstlenen Vera ve ona
bir ilişkiyi nasıl yaşayabileceğini öğretecek olan danışman Cheryl girer. Mark’ın
hayatına giren bu üç insan elbirliği ile onun bu deneyimi kazanmasına destek
olur... Filmi etkileyici kılan özelliklerin başında gerçek bir karaktere
dayanıyor olması geliyor. Filmin açılış sekansında Mark O’Brien’ın gerçek
hayatta çekilmiş olan görüntüleri yer alıyor. Onun yollarda motorlu sedyesiyle
gidişini, mezuniyetini görüyoruz. Ardından John Hawkes’ın canlandırdığı Mark
O’Brien’ı izlemeye başlıyoruz.
Filmin sinematografik olarak
çarpıcı bir yanının olduğunu söyleyemem. Ama zaten konu o kadar ilginç, günlük
deneyim ve gözlemlerimizden o kadar uzak ki gösterişli bir sinematografi bana
göre bu film özelinde zaten çok gerekli değil. Eğer yönetmen Ben Lewin bunu
bilinçli bir tercih olarak yaptıysa bence doğru bir seçim yapmış. Filmin
kurgusu doğrusal ve temiz bir iş. Olayları akıcı biçimde takip etmemize izin
veriyor.
Aşk Seansları’nın
dramatik yapısına baktığımızdaysa bir buçuk saatlik filmin büyük bölümünü Mark
O’Brien’ın espiri becerisine, hayata pozitif bakan yönüne hayranlık duyarak,
neşe içinde izliyorsunuz. Neredeyse filmin sonuna kadar aynı biçimde ilerleyen atmosfer,
daha sonra değişiyor ve deyim yerindeyse izleyicinin duvara toslamasına neden
oluyor. Filmin bu yanıyla da çarpıcı olduğunu düşünüyorum.
Filmde oyuncu
seçimleri karakterlerle uyumlu yapılmış ve bence her oyuncu oynadığı karakterin
hakkını vermiş. Bir ayrım yapmakta gerçekten zorlanıyorum. Ama en azından Mark
O’Brien’ı canlandıran John Hawkes’ın harika bir iş çıkardığını söyleyebilirim.
Helen Hunt için Aşk Seansları uzun bir aradan sonra performansını, yeteneğini
sergileme şansı bulduğu bir proje olmuş. William Macy ise rahip Brendan rolüyle
filmde bizi en çok gülümseten kişi oluyor. Kuşkusuz filmin ana izleği cinsel
ilişki yaşamanın yolunu öğrenmeye çalışan yatalak, engelli bir erkek olunca
filmde çıplak bedenler de sık sık boy gösteriyor. Ancak bu sahnelerden erotik
anlamlar çıkarmak, bu sahnelerin müstehcen olduğunu düşünmek neredeyse
olanaksız.
Kısaca, Aşk Seansları
gerek gerçek bir karakterden yola çıkan öyküsü, gerek o öyküyü aktarış biçimi
ve gerekse ihmal edilen bir temsile odaklanması nedeniyle hayli ilginç bir
film. Üstelik eğlenceli de. Başta Sundance Film Festivali olmak üzere pek çok
festivalden adaylık ve ödülle geri dönen bu filmi izlemenizi kesinlikle salık
veririm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder