05.04.2010
DR. PARNASSUS / THE IMAGINARIUM OF DOCTOR PARNASSUS ( Yön. Terry Gilliam, 2010)
Eğer yeni gösterime giren ya da girecek olan filmlere
ilişkin haberleri takip etmek gibi bir alışkanlığınız varsa, bazı filmlere dair
haberlerin ya da olayların filmin önüne geçtiğini bilirsiniz. Film setindeki
bir skandal ya da çok popüler oyuncuların bir arada olması gibi durumlar o
kadar çok yer alır ki medyada, bazen filmin neye dair olduğu bile unutulur.
Heath Ledger Şubat 2008’de henüz 28 yaşındayken öldüğünde de benzer bir durum
yaşandı. Oyuncunun tamamladığı son film ve karakter Batman Kara Şövalye’deki Joker karakteriydi ve performansının ne
kadar başarılı olduğunu gördüğümüzde, oyuncuyu ne kadar vakitsiz yitirdiğimizi
bir kez daha anladık. Oyuncu o denli başarılıydı ki ölümünün ardından, 2009
yılında, bu filmdeki performansıyla en iyi yardımcı erkek oyuncu Oscar ödülünü
kazandı. Kaçınılmaz olarak film Heath Ledger’ın ölümüyle birlikte anıldı. Oysa Batman-Kara Şövalye Ledger’ın son
filmi değildi. Oyuncuyu kaybettiğimizde Terry Gilliam’ın Dr. Parnassus isimli filminde oynamaktaydı ve Ledger’ın ölümüyle
birlikte film de büyük bir darbe almıştı. İşte bugün Heath Ledger’ın ölümünden
sonra olağanüstü bir çabayla tamamlanan ve vizyona sessiz sakin bir giriş
yapan, Eskişehir’de ise yalnızca bir salonda oynamakta olan Dr. Parnassus hakkında konuşacağız.
1940 yılında
Amerika Birleşik Devletleri’nde doğmuş olan yönetmen Terry Gilliam’ı Balıkçı
Kral, 12 Maymun, Brazil gibi filmlerinden hatırlayabilirsiniz. Yönetmenin
İngiltere’de çok tutulan komedi türündeki televziyon show’u Monthy
Pyton’ında da büyük emeği var. Beğenilen filmler yapmasına karşın, çok
popüler bir yönetmen olmayan ve yapım aşamasında neredeyse sürekli sorun
yaşayan yönetmenin, belki de ana akım sinemaya kendini teslim etmemiş olmasının
da bu konuda bir etkisi olabilir. Nitekim son filmi Dr. Parnassus’ta da bu durum değişmedi ve başrol oyuncusu Heath
Ledger’ın ölümü filmi ayrıca sekteye uğrattı. Aslında Ledger ve Gilliam’ın ilk
ortak projesi değildi bu film. İkili daha önce 2005 yapımı Grimm Kardeşler’de de birlikte çalışmışlardı. Belki de bir tesadüf,
yönetmen Terry Gilliam yine fantazi, bilim kurgu, macera olarak genre’ını
tanımlayabileceğimiz bu filmi için de Heath Ledger’ı seçmişti. Film, çağımız
Londra’sıyla taban tabana zıt bir görsellik içeren Dr. Parnassusu’un gezici
tiyatro gösterisini anlatmakta. Bay Nick’le cisimleşen şeytanla anlaşma yaparak
ölümsüzlüğü yakalamış olan Dr. Parnassus, gösterisinin en can alıcı nesnesi
olan aynanın yardımıyla insanları fantazi ve düşleriyle yüzleştirmektedir. Kızı
Valentina’nın ve yardımcısı Anton’un asılı halde bulduğu Tony, gösterinin tüm
akışını değiştirir. Parnassus geçmişte aşkına kavuşmak adına şeytanla bir
pazarlık yaparak ölümsüzlüğünden vazgeçmiştir. Bunun karşılığında da Bay Nick,
Parnassus’un doğacak her çocuğunun 16 yaşında kendisine verilmesini şart
koşmuştur. Karısı öldükten sonra tekrar ölümsüzlüğüne geri dönen Parnassus’un
şeytanla anlaşması bozulmamıştır. Kızı Valentina 16’sına girdiğinde şeytana
yani Bay Nick’e verilecektir. Gerek kostümleriyle, gerek dekorlarıyla ve
gerekse anlatımıyla eğlenceli bir masaldan çok karanlık bir fantazi dünyası
çıkıyor izleyicinin karşısına Dr. Parnassus’ta. Ölümsüzlük ve hayalgücünün
sınırsızlığı, toplumsal ahlak gibi konular filmin genel akışını belirliyor.
Zaman zaman izleyiciyi gülümseten anlar olsa da genel itibariyle karanlık bir
film.
Oyunculuk
açısından Dr. Parnassus’u canlandıran Christopher Plummer göz dolduruyor.
İngiltere’nin en popüler modellerinden biri olan Lily Cole ise ilk önemli rolü
olan Valentina’da hiç de fena olmayan bir performans sergiliyor. Gelelim filmin
başta planlanmayan, beklenmedik yüzlerine… Heath Ledger’ın ölümünün ardından
yönetmen Gilliam şöyle bir çözüm yolu bulmuş; Ledger’ın canlandırdığı Tony
karakteri ne zaman aynanın arkasına geçse yüzü bir başka ünlüye dönüşüyor.
Sırayla Johnny Depp, Jude Law ve Colin Farrell öykünün fantastik doğasından
faydalanılarak Heath Ledger’ın yerine geçiyor. Bir anlamda yitirdikleri
dostlarının bir kez daha pelikül üzerinde ölümsüzlüğü yakalamasına destek
oluyorlar. Bu nedenle olsa gerek yönetmen filmin jeneriğinde “Heath Ledger ve
arkadaşlarından bir film” ibaresine yer vermiş. Bir anlamda ona adanmış bir
film.
Aslında
fantastik bir öyküyü anlatıyormuş gibi görünen filmi yönetmenin kendi
yaşamıyla, deneyimleriyle ilişkilendirmek de mümkün. Sonuçta Terry Gilliam da
ana akıma pek uymayan, kendine has hikayeleri anlatıyor. Bu nedenle tıpkı
Londra’nın ortasında çağlar öncesinden kalma gezici bir tiyatro gibi yadırganıyor
zaman zaman Hollywood’da ve tüm yönetmenler gibi o da işleriyle kalıcı olmaya,
ölümsüzlüğü yakalamaya çalışıyor, izleyicilerine tıpkı Dr. Parnassus’un
aynasıyla sunduğu gibi düşler sunuyor filmleriyle. Özetleyecek olursak, Dr.
Parnassus alışılageldik tarzda bir film değil. Evet, fantastik, bilim kurgu
türünde ama amacı salt eğlendirmek değil, felsefi bir derinliği var. Ama
dürüstçe anlatının bazen karmaşık bir hal aldığını da belirtmeliyim. Eğer,
salonlarda birbirini yineleyen filmlerden sıkıldıysanız ya da Heath Ledger’ın son performansını sinema
perdesinde izlemek isterseniz Dr. Parnassus’u kaçırmayın derim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder