29.03.2010
SERSERİ MAYINLAR / MİNE VAGANTİ (Yön. Ferzan Özpetek,
2010)
Bu hafta gösterime giren kimi yeni filmler var; Çok Filim Hareketler Bunlar, Aşka Yolculuk gibi. Bu sene en iyi film
dalında Oscar ödülünü alan ve ülkemizde Ölümcül
Tuzak adıyla gösterime giren The
Hurt Locker da bu başarıdan
sonra yeniden vizyona girdi. Türkiye’de
yalnızca İstanbul, Ankara, Gaziantep, Adana ve Eskişehir’de gösterime giren,
Ferzan Özpetek’in son filmi Serseri
Mayınlar ise bugün üzerinde konuşacağımız film olacak.
17 yaşında İtalya’ya sanat eğitimi almak üzere giden
Ferzan Özpetek, 1996 yılında çektiği ve kendisine özellikle yurtdışında büyük
başarı getiren Hamam filmiyle
yönetmen olarak sinema kariyerine başladı. Ardından 1999’da Harem Suare’yi çekti. Ne var ki her iki
film de çeşitli gerekçelerle Türkiye’de yönetmeni zorladı. Hamam eşcinsel filmi olarak lanse edildi. Ancak 2 yıl sonra değeri
anlaşılabildi. Harem Suare’nin çekimleri sırasında ise bürokratik engeller
yönetmene zorlu anlar yaşattı. Belki de bunun bir sonucu olarak Özpetek daha
sonra filmlerini yalnızca İtalya’da çekmeye başladı ve sözünü ettiğim bu
filmlerden sonra Cahil Periler, Karşı
Pencere, Kutsal Yürek, Bir Ömür Yetmez ve Mükemmel Bir Gün filmlerini
yönetti. Türk asıllı İtalyan yönetmen olarak ününü sürdürmekte olan ve
istisnasız tüm filmleriyle pek çok ödül alan Ferzan Özpetek’in son filmi Serseri Mayınlar da, seçici kurul
başkanlığını Robert de Niro’nun yaptığı Tribeca Film Festivali’ne 5.000 film
arasından seçilerek yarışmaya hak kazandı. Peki Ferzan Özpetek’in başarısı
nereden gelmektedir? Onun filmlerini özel kılan nedir? Güçlü bir dramatik yapı,
insana özgü evrensel temalar, üzerinde çok düşünülmüş, çok titiz çalışılmış
filmler diyerek Özpetek sinemasını özetleyebiliriz kanımca. Bu kural Serseri Mayınlar’da da değişmemiş.
Film daha sonra
bir flash-back olduğunu anladığımız bir görüntüyle başlıyor. Gelinlik içindeki
genç bir kadının düğünden kaçtığını düşünüyoruz gittiği yerdeki genç erkeği
görünce. Gelin, göğsüne dayadığı silahı patlatacakken aralarında bir boğuşma
yaşanıyor ve sadece patlayan silahı duyuyoruz. O anda yakın plan yaşlı bir
kadının yüzüne yapılan kesmeyle genç ve yaşlı kadın arasındaki benzerliğe
şaşkınlıkla tanık oluyor ve anlıyoruz ki tüm yaşananlar yaşlı kadının geçmişine
dair bir anı. Ardından günümüzdeki olaylar yaşanmaya başlıyor ama zaman zaman
flash backler de anlatımı desteklemeye devam ediyor. İtalya’nın küçük bir
şehrinde, Lecce’de tanınmış bir aile olan Cornado’lar, kalabalık bir aile
olarak, büyük bir evde, rahat bir yaşam sürmektedir. Ailenin küçük oğlu farklı
cinsel yönelime sahiptir ve ailesinin bildiğinin aksine işletme değil edebiyat
eğitimi almış ve mezun olmuştur. Dolayısıyla, babasının işletmesinde çalışmak
istemez. Kendini kovdurmak için yarı resmi sayılacak bir aile yemeğinde tüm
gerçeği açıklayacağını abisi Antonio’ya anlatır. Ancak planı bir engele
takılır. Yemekte Tommaso’dan önce ağabeyi harekete geçer ve farklı bir cinsel
yönelimi olduğunu açıklar. Tabii bu, geleneksel ve ataerkil bir aile yapısı
olan Cornadolar için olağanüstü bir krizdir. Küçük Lecce şehri için ise taze
bir dedikodu malzemesi… Ferzan Özpetek filmlerinde farklı cinsel yönelimlere
mutlaka bir değinme olur. Ancak Serseri
Mayınlar, yönetmenin Cahil
Periler’den sonra bu yönelim farklılığını merkeze koyduğu ikinci film. Bu
konudaki duruşu da görünüşte çok eğlenceli yönetmenin. Film boyunca yaşananlara
izleyici olarak gülerek katılıyorsunuz. Ancak, güldüklerimiz eşcinsel kimlikler
değil onlara yönelik heteroseksüel toplumun önyargılı, gülünç tutumları. Ancak
tüm bunlardan öte, eğer filmin yalnızca buna odaklandığını ve amacının yalnızca
güldürmek olduğunu düşünürseniz, yanılacağınızı söylemek zorundayım. Çünkü öne
çıkan bu temanın ardında daha derin, yönetmenin her filminde olduğu gibi insana
dair evrensel mesajlar var. Hemen her
filminde olduğu gibi Özpetek yine en bilge sözleri ailenin en yaşlısına
söyletiyor. Ailenin “serseri mayın” lakaplı büyükannesi, sağduyunun sesi
oluyor. Hepimizin düştüğü bir tuzak olan, başkaları için yaşamanın
manasızlığını da, kendi hedeflerimiz için direnmemiz gerektiğini de, “normal”
in ne korkunç bir söz olduğunu da ondan işitiyoruz. Herkesin görüp de sustuğu
ama bildiği herşeyi kışkırtan bir dürüstlükle dile getiriyor. Hizmetçinin ne
kadar çirkin olduğunu, çocukların aslında şişman olduğunu, kendi oğlunun ne
kadar geri kafalı olduğunu… O nedenle onun hayat hakkındaki diğer sözlerinin
doğruluğuna daha çok inanıyoruz. Film boyunca aile denilen kurumun bazen ne
kadar zorlayıcı olabileceğini, anne babaların kendi mutlulukları ya da çevreden
alacakları onay kaygısıyla, çocuklarının mutluluğunu nasıl da
ıskalayabileceklerini düşünmeden edemiyoruz. Tüm bunlar izleyicisine estetik
haz verecek görsel düzenlemelerle, filme ruh veren özel seçilmiş müziklerle, akıcı
bir dille anlatılıyor. Filmin sonunda ise yönetmen bizi kendi düşüncelerimizle
başbaşa bırakıyor. Kendi yaşamınızı sorgulayarak çıkıyorsunuz salondan.
Peki film
kusursuz mu? Bunu pek çok film için söylemek zordur. Nitekim Serseri
Mayınlar’da da büyükanne ile kayınbiraderi arasındaki imkansız aşk ve neden
kendini öldürmek istediğine dair mesele biraz boşlukta kalıyor. Aynı biçimde
Alba’nın da insanlara uzak mizacını, annesine adanmış yaşamını öğreniyor ama
derinine girmekte zorlanıyoruz. Öte yandan, eşcinsel kimlikler üzerinden
geliştirilen güldürü öğesi aslında tutuculuğu eleştirmek için var ama her
izleyici bunu yakalamakta güçlük çekebilir, o zaman da film tam aksi yönde bir
mesaj içerebilir. Yani seçilen yol biraz bıçak sırtı bir noktada.
Kişisel olarak
Eskişehir’in Serseri Mayınlar’ın
gösteriminin yapıldığı ender şehirlerden biri olmasını bir şans olarak
görüyorum. Filmin teması farklı cinsel kimliklere dayalıymış gibi görünmekle
birlikte, aslında ebeveyn çocuk ilişkilerinin sorunlu noktalarına dayanıyor,
önyargılarımızla, ikiyüzlülüğümüzle yüzleşmemizi sağlıyor. Üstelik bunu
yaparken görsel olarak bizi mutlu ediyor. Tüm bu sebeplerden Serseri Mayınlar’ın izlenesi bir film
olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder