26.01.2012
EJDERHA DÖVMELİ KIZ / THE GIRL WITH THE DRAGON TATTOO
(David
Fincher/2012)
Bu hafta hem bir uyarlama hem de bir yeniden çevrim olan Ejderha
Dövmeli Kız filmini izledim. Aslında kitapla aynı adı taşıyan film 2009 yılında
Danimarka, İsveç ortak yapımı olarak Niels Arden Oplev tarafından çekilmiş ve
ilgi de görmüştü. Böylece Hollywood’a karşı Kuzey Avrupa’dan popüler bir iş
çıkmıştı. Kuşkusuz yeniden çevrim sinemada sık sık karşılaştığımız durumlardan biri. Ama bu kadar kısa sürede
yeniden çevrimin niye gündeme geldiği bu film özelinde tartışılan konulardan
biri. Yapılan yorumlardan biri Amerikalı izleyicinin alt yazı okumak istemediği
o nedenle de kendi dilinde bu filme ihtiyaç duyduğu yönündeydi. İlk başta
kulağa abartılı gibi gelse de gerçekten Hollywood ve İngilizce dünya çapında o
kadar egemen ki böyle bir gereksinimin bu nedenden doğmuş olması şaşırtıcı
gelmiyor. Sebebi ne olursa olsun, sonuçta Ejderha Dövmeli Kız önemli bir
yönetmen olan +David Fincher tarafından bir kez daha çevrildi ve şu an gösterimde.
David Fincher’ı Dövüş Kulübü, Seven, Panik Odası, Benjamin Button’ın Tuhaf
Hikayesi gibi filmlerden hatırlayacağınızı umuyorum. Gelin şimdi film hakkında
konuşalım.
Larsson’ın kitabı ve filmin
ilk çevrimi hakkında fikir sahibi olmayan dinleyicilerimiz için önce kısaca
filmin konusu hakkında bilgi verelim. Film İsveçli yazar Stieg Larsson’ın
Millenium üçlemesinin ilkinin uyarlaması. Ünlü bir işadamı ile ilgili
iddialarını kanıtlayamayınca itibarı zedelenen gazeteci Mikael Blomkvist bir
başka ünlü işadamından gelen teklif üzerine işinden ve yaşadığı tatsız olaydan
uzaklaşır. İşadamı Henrik Vanger ondan biyografisini yazmasını istemektedir.
Ama asıl amacı 40 yıl önce öldüğüne inandığı yeğeni Harriet’in sırrının
çözülmesidir. Teklifi kabul eden gazeteci Mikael’in yolu geçmişte kendisini de
araştırmış olan, Milton güvenliğin sıradışı elemanı Lisbeth Salander ile
kesişir. Filmde paralel ilerleyen ve
zaman zaman kesişen üç olay akışı söz konusu. Gazeteci Mikael Blomkvist’in
yaşadıkları ve haklılığını ispat süreci, Harriet’in ve Vanger ailesinin
sırlarının çözülme süreci ve Lisbeth Salander’in yaşamı. Bir noktadan sonra bu
üç olay birbiriyle eklemleniyor. Bana kalırsa yönetmen David Fincher’a öyküde
en cazip gelen nokta Harriet’in gizemi çözülürken ortaya çıkan seri cinayetler
olsa gerek.
Alien 3, Seven, Panik Odası
gibi peşpeşe ölümlerin yaşandığı filmlerin yönetmeni için bu öykü hayli cazip
olsa gerek. Bunun dışında Lisbeth’in yaşamında ciddi anlamda şiddet söz konusu.
Ve Lisbeth’in yaşadığı tecavüz ve şiddet ilk filme oranla daha keskin ve
sarsıcı bir biçimde verilmiş. Tüm bunlar David Fincher gibi bir yönetmenin
neden bu kadar kısa süre sonra bir filmin yeniden çevrimine talip olduğu
sorusuna yanıt veriyor kanımca. 155 dakika gibi izleyicinin sınırlarını
zorlayacak bir sürenin hızlı ve sorunsuz aktığını söylemeliyim. Film daha
açılış sekansıyla, daha çok televizyon filmine benzeyen ilk çevrimi göre, çok
daha etkili bir anlatıma sahip olduğunu kanıtlıyor. Fincher’ın İsveç’e dışardan
bakan bir yönetmen olarak ilk filmin yönetmeni Oplev’den daha estetik bir İsveç
yarattığını söylemeliyim. Filmin müzikleri akıcılığını kolaylaştıran ögelerin
başında geliyor. Müzikler filmin ritmine ve atmosferine uyum sağlıyor.
Martin’in işkence öncesi Enya’nın huzur dolu şarkısını çalmaya başlaması
müziğin filme, karakterlere ve olayların akışına nasıl ayak uydurduğunun
kanıtlarından biri.
Filmdeki oyunculuklara
baktığımızda ise Daniel Craig’in ilk filmdeki Mikael Blomkvist’I canlandıran
Michael Nyqvist’ten daha karizmatik olduğunu söylemeliyim. Buna rağmen Daniel
Craig James Bond’a göre filmde daha şaşkın bir kişilik çiziyor. Ben bunu
tesadüf olduğunu düşünmüyorum. Böylece filme adını veren Lisbeth’in yıkılmayan
güçlü karakterinin altı çizilmiş oluyor. İlk filmden sonra şansı açılan ve
Sherlock Holmes Gölge Oyunları’nda izlediğimiz Noomi Rapace, Lisbeth Salander
rolünde de fena değildi. Ama kişisel olarak Rooney Mara’nın daha keskin hatlı,
daha vurgulu ve etkili bir Lisbeth Salander yarattığı kanısındayım. Nitekim
oyuncu bu filmdeki performansıyla Altın Küre’de en iyi kadın oyuncu ödülüne
aday gösterildi. Açıklanan Oscar adaylıklarında da yine aynı performasıyla aday
gösterilen kadın oyuncular arasında. Sanırım Rooney Mara’nın bu filmdeki
performansının oldukça başarılı olduğunu düşünen yalnızca ben değilim.
Kısaca, Ejderha Dövmeli Kız
şiddet yanı ağır basan ve belli bir yaş grubunun altındaki izleyicinin uzak
durmasının faydalı olacağı, süresine karşın sürükleyici bir film. Eğer kitabı
sevdiyseniz ya da ilk çevrimle karşılaştırma yapmak isterseniz David Fincher’ın
elinden çıkan bu film size iyi bir malzeme verecektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder