05.01.2012
TUTKU GÜNLÜKLERİ / THE RUM DAIRY (Bruce Robinson/2012)
Sinema salonlarında oynayan filmler arasında seçim yaparken pek çok
değişken seçimimizi etkiler. Bazen bir filme gitmenize yol açan tarzını
sevdiğiniz bir yönetmendir. Örneğin, günümüzde Quentin Tarantino, Martin
Scorsese ya da Tim Burton kendi izleyicisini oluşturmuş yönetmenlerdir. Bu
isimlerin her yeni filmi izler kitlelerini harekete geçirir. Bazen filme
ilişkin set dedikoduları, güçlü promosyon çalışmaları ve filmin fragmanlarından
etkilenerek gideriz. Bazen de bir filme geçmişten gelen, daha köklü bir
alışkanlıkla oyuncuları için gideriz. Kanımca Johnny Depp de böylesi bir etki
gücüne sahip oyunculardan biri. Kuşkusuz
oyuncunun önce Tim Burton filmlerinde boy göstermesi, ardından Karayip
Korsanları’nda yarattığı Kaptan Jack Sparrow karakteri onun da hayran kitlesini
genişletmesinde etkili oldu. Elbette Johnny Depp’in oyunculuk yeteneğini de
teslim etmemiz gerek. Aksi takdirde bu söylediklerim Johnny Depp’i yalnızca bir
imge düzeyine indirir ki bu da oyuncuya büyük bir haksızlık olur. İşte bu
nedenle sanırım şu an gösterimde olan Tutku Günlükleri izleyiciyi filmin
yönetmeni ve aynı zamanda senaryo yazarı olan Bruce Robinson’dan çok, başrol
oyuncusu Johnny Depp nedeniyle çekecektir. Gelin şimdi bu filme dair detaylar
hakkında konuşalım…
Tutku Günlükleri Amerikalı
gazeteci yazar Hunter. S. Thompson’ın aynı adlı romanından uyarlanarak çekilmiş
bir film. Üstelik bu filmin çekilmesine ön ayak olan kişi de yapımcılar
arasında da yer alan oyuncu Jonny Depp. Romanın özelliği yarı oto biyografik
olması. Dolayısıyla, filmi izlerken bir dönemin izlerini yakalamakla kalmıyor,
yazar Hunter S. Thompson hakkında da bir fikre sahip oluyorsunuz. Tutku
Günlükleri’ni bir dönem filmi olarak tanımlamak olanaklı. 1960’ların başında,
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Nixon’ın Kennedy ile yarışa girdiği seçim
döneminde, Porto Riko’da geçiyor. Porto Riko’nun özelliği editör Lotterman’ın
filmde dillendirdiği gibi, şizofrenik olması. Amerika Birleşik Devletleri’nin
yönetiminde olması nedeniyle iki dilli, iki bayraklı, iki milli marşlı bir ülke
Porto Riko. Dolayısıyla, ciddi alkol bağımlılığı olan ana karakter Paul Kemp
için pek de huzur bulabileceği bir yer değil. Gazetede günlük burç yorumlarını
yazmak zorunda kalan ama gerek gazeteci gerekse yazar olarak daha büyük bir
potansiyele sahip olan Kemp, zaman içinde ülkeye Amerikalıların verdiği zararın
tanığı olmaya başlar. Hatta neredeyse bunun bir parçası olma tehlikesiyle de
karşı karşıya kalır. Filmin türünü
aksiyon macera olarak tanımlamak olanaklı değil. Yalnızca güldürü ya da dram
olduğu da söylenemez. Film tüm bu türler arasında dolaşan bir yapıya sahip.
Zaman zaman izleyicisini güldürüyor. Zaman zaman meraklandırıyor. Öte yandan
senaryoda bazı noktalar biraz havada, dağınık kalıyor. Dürüst olmak gerekirse,
geleneksel anlatının bize dayattığı serim, düğüm, çözüm üçlüsü içinde düğüm
kısmının zayıf olması nedeniyle bu duygunun egemen olduğunu düşünüyorum.
Filmde oyunculuk anlamında
çok öne çıkan, olağanüstü bir performans yok. Yine de kişisel olarak alkolizmin
zirvelerinde dolaşan Moburg karakterini canlandıran Giovanni Ribisi’nin
oyunculuğunu beğendiğimi söylemeliyim. Belki romanın geçtiği dönemde henüz
20’li yaşlarında olan yazar Thompson’ı neredeyse 50 yaşında olan Johnny Depp’in
canlandırması biraz zorlayıcı bir durum olarak değerlendirilebilir. Ancak, bu
karşılaştırmayı yapmak için filmin uyarlandığı kitabın yazarıyla Kemp
arasındaki bağı kurmak gerek. Bu bilgiye sahip olmayan bir izleyici için filmde
bu açıdan aksayan bir şey yok. Filmde
özellikle genel çekimdeki görüntülerin mekanın da katkısıyla çok hoş olduğunu
söylemek isterim. Dekor, kostüm dönemin tüm özelliklerini yansıtıyor. Kanımca
Johnny Depp’in neredeyse tüm film boyunca taktığı güneş gözlüğü bir akımın
başlamasına yol açabilir. Tutku Günlükleri’nin genel atmosferi, aynı dönemlerde
geçmesi nedeniyle olsa gerek, bana ünlü televizyon dizisi Mad Men’i anımsattı.
Filmde beni en çok çeken şey ise müzikler oldu. Hem dönemin, hem Porto Riko’nun
hem de filmin ruhuna uygun bir biçimde
seçilmiş olan bu müziklerden ötürü Christopher Young’ı kutlamak gerek.
Kısaca bence Tutku
Günlükleri değinmeye çalıştığım zayıf yönlerine karşın bir biçimde kendini
izleyicisine izleten, sevdiren bir film. 120 dakikalık süresine karşın filmi
sıkılmadan izlediğimi belirtmeliyim. Dönem filmlerini seviyorsanız ya da Johnny
Depp favori oyuncularınızdan biriyse Tutku Günlükleri’ni severek
izleyebileceğinizi düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder