15.03.2012
JOHN CARTER / JOHN CARTER (Andrew
Stanton/2011)
Sinema hiç kuşku yok ki hayal gücüne en çok izin
veren alanlardan biri. Başlangıcından bu yana gelişen teknoloji ile birlikte
hayal gücünün de sınırlarını zorlayan pek çok film çekildi sinema tarihinde. Ay’a
Seyahat’le başlayıp, Star Wars’la devam eden, Yüzüklerin Efendisi, Harry
Potter, Hell Boy, Fantastik Dörtlü gibi filmlerle çeşitlendirebileceğimiz pek
çok örnek var. Bunlar benim ilk aklıma geliveren filmler. İşte geçen hafta
vizyona giren John Carter’ın da hayal gücümüzü harekete geçirecek bir film olduğunu
varsayarak sizin için izledim. Gelin önce filmin konusuna kısaca değinelim ve
ardından film hakkında konuşalım.
John Carter 20. Yüzyılın başlarında Amerika’da
yaşamakta olan eski bir askerdir. Çölde bulduğu bir madalyon aracılığıyla
birdenbire kendini Mars’ta, tam da Mars’ta bir savaş patlak vermek üzereyken
bulur. İster istemez o da bu karmaşanın bir parçası haline gelir. Prenses Dejah Thoris’le yakınlaşması da
onun bu savaş içinde daha aktif rol oynamasında etkili olur… Öncelikle
belirtmek gerekiyor. John Carter bir uyarlama. Tarzan’ın yaratıcısı Edgar Rice
Burroughs’un A Pricess of Mars isimli dergi serisine konu olan bir öykünün
uyarlaması. Yönetmen koltuğunda ise Kayıp Balık Nemo’nun da yönetmeni olan
Oscar ödüllü Andrew Stanton oturuyor. Filmin 250 milyonluk bütçesi de dikkat
çeken ögelerden biri. Yani John Carter hakkındaki tüm bu bilgiler izleyici
olarak beklentimizi yükseltiyor. Peki John Carter bu beklentiyi karşılıyor mu?
Bence kesinlikle karşılamıyor.
Öncelikle, filmin
neredeyse hiçbir orijinal yanı yok. Başta Star Wars olmak üzere Avatar, Pers
Prensi gibi pek çok filmle esinlenmenin ötesinde benzerlikleri var. Elbette,
zaman zaman bazı filmlerde, öncü niteliğindeki eski filmlere selam çakmak,
saygı duruşunda bulunmak için ima içeren, izleyicisine o filmi anımsatan
sahneler kullanılır. Ama John Carter’da bu sözünü ettiğimiz anlamda bir ilişki
yok. Sıraladığım filmlerle neredeyse birebir benzerlikler var. Üstelik bu
benzerlikler harmanlanırken bir uyum da sağlanamamış. Biraz ondan, biraz bundan
alınıp yaratılmış, eklektik bir iş var karşımızda. Kovboylar, yerliler, Romalı
kostümleri içindeki insan görünümlü Marslılar, yaratık görünümlü Marslılar
derken garip bir çeşitlemenin ortasında buluyoruz kendimizi. Olaylar ve
zamansal sıçramalarda da bir estetik, yumuşak bir geçiş yok. Kurgu gereğinden
fazla hızlı ve kimi devamlılık sorunları var.
John Carter üç
boyutlu olarak çekilmiş bir film ama üç boyutlu görüntü anlamında da tatmin
edici bir yanı yok ne yazık ki. 140 dakikalık süresi ise manasız ve zorlayıcı. Oyunculuklara
gelirsek… Ne yazık ki bu açıdan da filmi izlenebilir kılacak bir performansla
karşılaşamıyoruz. John Carter’ı canlandıran Taylor Kitsch’i belki X-Men
Origins: Volverin filminde canlandırdığı Remmy LeBeau karakterinden
anımsayabilirsiniz. Oyuncu, John Carter’da vasattan öte bir iş çıkaramamış.
X-Men Origins: Volverin’deki rol arkadaşı Lynn Collins’i, John Carter’da
Prenses Dejah Thoris olarak izliyoruz. Bana göre Lynn Collins filmde
yabancılaştırma efekti olarak işlev görüyor. Kendini bir türlü canlandırdığı
karaktere veremediğini düşünüyorum.
Ne yazık ki John Carter’la
ilgili size aktaracak daha fazla bir şey bulamıyorum. Bana göre John Carter
Disney’in bu sene para kaybedeceği en büyük bütçeli film olacak. Kısaca, eğer
zamanınız çoksa, paranızı rahatça harcayabilecekseniz, yaşamınızdan 140
dakikayı çalacak olan John Carter’ı izlemeyi düşünebilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder