18.12.2014
FAKAT
MÜZEYYEN BU DERİN BİR TUTKU (Çiğdem Vitrinel/2014)
12
Aralık tarihinde vizyona iki güçlü film girdi. Bunlardan ilki Hobbit: 5 Ordunun
Savaşı, ikincisi ise Exodus: Tanrılar ve Krallar. Hobbit serisinin müdavimleri
zaten sabırsızlıkla bu üçüncü filmi bekliyorlardı. Exodus ise güçlü bir
prodüksiyon ve başroldeki Christian Beal’in hayranları da o filmi salonlarda
yalnız bırakmayacaktır. Hal böyle olunca, hem bu filmlerin zaten belirli bir
izleyici kitlesi olduğu için, hem de pozitif ayrımcılık yapmak adına İletişim
Bilimleri Fakültesi Sinema ve Televizyon Bölümü mezunlarından Çiğdem Vitrinel’in
ikinci filmi Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku’ya gitmeye karar verdim. Çiğdem
Vitrinel 2011 yılında çektiği Geriye Kalan isimli ilk filmiyle 48. Antalya
Altın Portakal Film Festivalinde En İyi Yönetmen ödülünü almıştı. Elbette bu
sık karşılaşılan bir başarı değil. Çıtayı daha başlangıçta yüksek tutmak demek.
İkinci filmi Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku’nun prömiyerini de anlamlı bir
biçimde yine Antalya Altın Portakal Film Festivalinde yaptı ve Vedat Özdemir En
İyi Görüntü Yönetmeni Ödülünü kazandı. Ben de filmi merakla bekleyenlerdendim.
Dolayısıyla, bu hafta sizler için Çiğdem Vitrinel’in filmini izledim.
Arif roman yazmaya çabalayan,
bu arada var olan ilişkisini de kelimenin tam anlamıyla sürükleyen bir adamdır.
İlişki mi aşk mı ikilemi arasında gidip gelirken sevgilisi onu kapı dışarı eder
ve ayrılırlar. Kaldığı dökük otel odasıyla, romanını yazdığı kahvehane ve
DJ’lik yaptığı bar arasında günleri gelip geçerken, arkadaşlarının düğününde
Müzeyyen’le tanışır. Müzeyyen o güne dek tanıştığı kadınlara benzemez. Arif
peşine düşüp gidebileceği, aşık olacağı kadını bulduğuna inanır. Her şey hızla
ama bir o kadar da güzel bir şekilde ilerlemektedir ama hep böyle mi
kalacaktır?... Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku İlhami Algör’ün aynı adlı
romanından uyarlama. Dürüst olmam gerekirse ben romanı okumadım. O nedenle
başarılı bir uyarlama olup olmadığı konusunda bir şey söyleyemeyeceğim. Filmde
belki de en beğendiğim şey kentte, kentli insanlar arasında geçen bir öyküye
dayanıyor olması. Sinemamızda temsil anlamında çoğunlukla taşrada sıkışıp
kalmış ya da kentin kıyısına itilmiş insanların öykülerine tanık oluyoruz. Kentli karakterler ise
Romantik Komedi gibi, Hadi İnşallah gibi güldürülerin malzemesi oluyor sık sık.
Çiğdem Vitrinel ilk filminde de vizörünü kentli bir çifte ve bir aldatma
hikayesine çevirmişti. Yine kentli bir çifti konu etmiş filmine. Filmdeki ana
kadın karakter alışageldiğimiz bir kadın değil. Arif de bunun farkına varıyor
ve hem onun hem de diğer erkeklerin ona neden aşık olduklarını sorgularken
bunun nedeninin Müzeyyen’in farklılığı, flört etmeyen, her şeyi olağan ve
sıradan gösteren vurdumduymaz havası olduğunu düşünüyor. Filme dair çok fazla
ipucu vermek istemiyorum ama Müzeyyen karakteri bana biraz Issız Adam filminin
ana karakteri Alper’i anımsattı. Yani film bir anlamda var olan normların ters
yüz edilmiş hali gibi.
Filmin görüntü yönetmeni Vedat
Özdemir’in 51.Antalya Altın Portakal Film Festivalinde En İyi Görüntü Yönetmeni
Ödülü aldığını söylemiştim. Bana kalırsa bu hakkıyla alınmış bir ödül. Özenli
çerçevelerle bezeli bir film izliyoruz. Pek çok ünlü yönetmenin artık alameti
farikası olan imzaları vardır. Nuri Bilge Ceylan uzun planlarla fotoğraf tadı
veren filmler çeker. Zeki Demirkubuz’un kendi kendine açılıp kapanan kapıları
meşhurdur. Reha Erdem’de hep hissedilen bir su teması vardır. Çiğdem
Vitrinel’in iki filminde de dikkatimi çeken bir görsel anlatım var. Yerde,
yüzeylerde ya da havada uçuşan toz kümeleri ya da zerrelerini bir anlatım
aracına dönüştürüyor. Özellikle filmin açılış sekansında havada asılı kalan toz
zerreleri gerçekten hem çok sinematografik hem de ilişkinin eski tazeliğini
kaybettiğini düşündüren bir metafor. Merak ediyorum acaba iki filmde de
tekrarlanan bu görsellik, mezunumuz Çiğdem Vitrinel’in imzalarından biri mi
olacak. Kısaca oyunculuklara gelirsek, Erdal Beşikçioğlu’nu kırılgan bir
karakteri canlandırırken izlemek hoşuma gitti. Sezin Akbaşoğulları da bana göre
iyi bir performans sergilemiş. Derya Alabora’yı da canlandırdığı Hale karakterini
de sevemedim. Bana kalırsa film içinde fazla ayrıksıydı. Hatta yabancılaştırma
efekti gibiydi. Neyse ki ağırlıklı bir rolü yoktu da bu hissiyat uzun sürmedi.
Kısaca, Sinema ve Televizyon
bölümü mezunlarımızdan Çiğdem Vitrinel’in ikinci filmi Fakat Müzeyyen Bu Derin
Bir Tutku’yu ben sevdim. En azından sinemamızda eksik kalan bir temsile
karşılık geldiğini düşünüyorum. Görüntüsü, sesi, müziğiyle de usta işi
diyebileceğim bir film. Eğer Kaybedenler Kulübü ve Issız Adam’ı sevdiyseniz bu
filmden de benzer bir tadı alabilirsiniz bence.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder