12.12.2014
JOHN
WICK (David Leitch-Chad Stahelski/2014)
Avrupa İnsan Hakları Film Günlerinin ve bugün yani 12 Aralık Cuma günü başlayan
İşçi Filmleri Festivalinin şehrimizi sinemaya doyurduğu şu günlerde yine
salonlarda pek çok türde filmle karşılaşmak olanaklı. Çocuklara yönelik
animasyonlardan, Türk işi güldürülere, bilimkurgudan, romantik dramalara kadar
pek çok türde film var sinemalarda. Ben de festival yoğunluğuna karşın yine de
salonlara şöyle bir uğradım ve sizler için John Wick’i izledim. Filmin iki
yönetmeni var, David Leitch ve Chad Stahelski. John Wick her ikisinin de ilk
filmi ve her ikisi de uzun senelerdir, oyunculuk ama daha çok dublörlük
yapmaktalar. Oyunculuktan gelen yönetmen örnekleri pek çok. Clint Eastwood,
George Clooney başarılı örnekler. Ancak dublörlük çok daha başka bir alan.
Dolayısıyla, bu açıdan John Wick ilginç olma potansiyeli taşıyan bir film
olabilir diye düşündüm. Gelin şimdi filmin konusuna değinelim, ardından da öne
çıkan yanlarına bakalım.
John Wick büyük bir aşkla
bağlı olduğu karısını kanserden kaybeder. Onun için büyük bir yıkım olan bu
kayıp, karısının öldükten sonra John’a gönderilmek üzere seçtiği Daisy isimli
yavru köpekle biraz daha katlanılır bir hal alır. Köpeği ve 1969 model Mustang’i
ile bir benzin istasyonunda duran John Wick’in arabasını, orada bulunan genç
bir Rus satın almak ister. Ne var ki John Wick’in arabası satılık değildir. O
gece Wick’in evine bir baskın düzenlenir. Beklemediği bu saldırı karşısında
John Wick yaralanır, arabası çalınır. Ama en kötüsü köpeği Daisy’nin başına
gelendir. O zamana kadar sakin bir yaşam içinde olan John Wick için intikam
almaktan başka bir seçenek kalmaz... Keanu Reeves 1988’den bu yana oyunculuk
yapıyor. Romantik dramalarda rol alsa da biz onu daha çok aksiyonu yüksek
filmlerle tanıyoruz. Hız Tuzağı bana kalırsa bu alanda en bilinen filmlerinden
biri. Ama asıl büyük çıkışını Matrix serisiyle yaptı. Ondan sonra da Kasımda
Aşk Başkadır, Aşkta Her Şey Mümkün, Göl Evi gibi romantik dramalarda rol alsa
da ağırlıklı olarak kariyerini aksiyon filmleriyle sürdürdü. Oyuncuyu en son
geçen sene 47 Ronin’de izlemiştik. Bu kuralı John Wick’te de bozulmamış.
Filmin başlangıcında kim
olduğunu bilmediğimiz John Wick’i film ilerledikçe tanımaya başlıyoruz. Bu
konuda yazacaklarım filmi izleyeceklere ön bilgi verebilir ve filmin heyecanını
azaltabilir. O nedenle çok fazla detaya girmeyeceğim. Ama filmin ana
karakterini filmin akan zamanıyla birlikte tanıyoruz. Film daha çok ana
karakter üzerinden ilerliyor. Yan karakterlerse onun varlığını anlamlı kılmak
üzere var. William Dafoe filmdeki tanıdık yüzlerden. Çok yoğun bir rolü olmasa
da canlandırdığı Marcus kritik bir öneme sahip. Filmin dikkat çeken bir başka
oyuncusu ise Alfie Allen. Game of Thrones’da Theon Greyjoy rolünde izlediğimiz
Alfie Allen burada Theon Greyjoy’un erken dönemlerini günümüzde yeniden canlandırıyor
adeta. Babasının gücünün arkasına sığınan, şımarık, haddini bilmez bir genç
olarak Iosef rolünde yine başarılı. Aksiyonu bu kadar yüksek olan filmlerde
genellikle albenisi yüksek kadınlar da film boyunca boy gösterir ve bizler bunu
kadın bakış açısıyla eleştiririz. Bu filmde bu gelenek en aza indirgenmiş. Miss
Perkins rolünde kısa süre izlediğimiz Adrianne Palicki’yi saymazsak filmde öne
çıkan kadın yok. Neredeyse film bütünüyle bir erkek filmi. Böylesi erkek
yoğunluğuna pek sık tanık olmuyoruz. Filmin sonunda bir kerelik bir film
olmadığı, devamının gelebileceği gibi bir duyguya kapıldım. Bakalım zaman ne
gösterecek.
Filmin müziklerine seçici algım
nedeniyle yine odaklandım. Hiç de fena olmayan bir soundtracki var filmin.
Kurgusu aksiyona uygun biçimde yüksek ritimli. Kalabalık sahneler gayet iyi
yönetilmiş. Yine detay vermeyeyim ama filmdeki otel esprisini çok sevdiğimi
söylemek istiyorum.
Kısaca John Wick abartılı
aksiyon sevenler ve Keanu Reeves hayranları için biçilmiş kaftan. Filmi görüp
görmeme kararını size bırakıyorum. Bence önceliğiniz festival filmleri olmalı.