TRANSLATE. PLEASE TRY IT!

Bu Blogda Ara

10 Ocak 2013 Perşembe

Pİ’NİN YAŞAMI / LIFE OF PI (Ang Lee 2013)


03.01.2013
Pİ’NİN YAŞAMI/LIFE OF PI (Ang Lee 2013)

Bu hafta sizlerle uzun zamandır vizyona girmesini beklediğim bir film olan Pi’nin Yaşamı  hakkındaki düşüncelerimi paylaşacağım. Pi’nin Yaşamı  Kanadalı yazar Yann Martel’in edebiyat alanında en prestijli ödüllerden biri olan Booker’ı kazandığı aynı adlı romanından uyarlama. Kişisel olarak kitabı büyük bir iştahla, zevkle okumuş, sinemaya uyarlanacağını duyduğumda da merakla beklemeye başlamıştım. Filmin yönetmeni Ang Lee ise hem Brokeback Mountain ile cesur ve dramatik yanı ağır basan filmleri çekebildiğini göstermiş, hem de Kaplan ve Ejderha, Hulk gibi görsel efektlerin öne çıktığı, ana akım sinemanın anlatım araçlarını kullanma konusunda becerisini kanıtlamış bir yönetmen. Dolayısıyla, film konusunda ümitliydim ve vizyona girdiği ilk hafta soluğu sinemada aldım. Gelin önce filmin konusuna değinelim, ardından da sizinle filme ilişkin düşüncelerimi paylaşayım.

Yaratma bunalımı yaşayan bir yazar Hindistandayken oturduğu bir kafede, onunla ahbaplık eden bir Hintliden, bir öykü dinler. Bu öykünün asıl kahramanına ulaşması gerektiğini, dinleyeceği öykünün onun Tanrının varlığına inanmasını sağlayacağını öğrenir ve bu uğurda Kanada’ya yola çıkar. Söz konusu kişi adını Fransa’daki bir havuzdan alan Piscine Patel’dir. Piscine, daha iyi bilinen adıyla Pi, hayvanat bahçesi işleten ailesiyle birlikte Hindistan’da yaşamaktadır. Farklı inanç sistemleriyle tanışan Pi hem Hint tanrısı Vişnu’ya hem Hristiyanlığa ve hem de İslamiyete iman eder ve bunda da bir sakınca görmez. Anne babası bu konuda farklı bir tutum sergiler. Pozitivist olan babası dini inanışların karşısındadır. Annesi ise Pi’nin bir arayışta olduğunu düşünmekte ve daha ılımlı yaklaşmaktadır. Hindistan’da karmaşanın başgöstermesiyle Pi’nin anne babası Kanada’ya göçmeye karar verirler. Hayvanat bahçesindeki hayvanları da beraberlerinde götürecek ve onları satarak yeni bir hayat kurabileceklerdir. Ancak hiçbir şey planlandığı gibi gitmez. Pi’nin inancını zorlayacak bir deneyim beklemektedir onu... 

Öncelikle şunu belirtmeliyim, Pi’nin Yaşamı görsellik ve dijital efektler konusunda izleyicisini fazlasıyla mutlu ediyor. Tatlı bir Hint müziği eşliğinde, hayvanat bahçesinden görüntülerle başlayan film, açılış sekansıyla birlikte izleyiciyi sarıp sarmalıyor. Filmin genel akışı, kurgusu da akıcı ve bana göre sorunsuz. 16 yaşındaki Pi’yi canlandıran Suraj Sharma bu ilk sinema deneyimiyle gelecek vaad ettiğini gösteriyor. Tüm oyuncular içinde Gerard Depardieu’nun  bir iki dakikalık performansı dikkat çekiyor. Arayış içindeki Kanadalı yazarı canlandıran Rafe Spall bana kalırsa hem o ruh halini yansıtmakta başarılı, hem de kitabın yazarı Yann Martel’e de hayli benziyor. Dolayısıyla, oyuncu seçimi ve oyunculuk konusunda da pek göze batan bir sorun yok. Bana göre filmin en problemli noktası senaryosu. Elbette bir kitaptan uyarlama yaptığınızda bazı noktaları görmezden gelmeniz kaçınılmazdır. Yüzüklerin Efendisi’nin tutkunu olanlar hatırlayacaklardır, serinin ilk filmi gösterime girdiğinde kitapta geniş yer alan Tom Bombadil karakterine yer verilmemiş olması şaşkınlık yaratmıştı. Ancak kabul edelim ki bu eksiklik filmin ilerleyişinde bir aksaklığa, orijinal hikaye ile film arasında bir kopukluğa yol açmamıştı. Aynı şeyi Pi’nin Yaşamı için de söylemek isterdim. Doğal olarak kitaptan çıkartılan bölümler olmuş ama öykünün omurgasını oluşturan Pi’nin inanç sistemlerine yaklaşımı, o inançları tanıma biçimi neredeyse tamamen göz ardı edilmiş. Örneğin, Pi’nin Hristiyanlıkla tanışmasına benzer biçimde İslamiyetle de bir tanışma serüveni var. Bu filmde gösterildiği gibi Pi’nin bir camiye gitmesiyle olmuyor. Müslüman bir esnafın dükkanına girdiğinde, yaşlı adamın dükkanın bir köşesinde, yere serdiği küçük halı üstünde namaz kıldığını görür. Niçin camiye gitmediğini sorduğunda bunun zorunlu olmadığını öğrenir ki bu Pi’yi derinden etkiler ve o esnaf aracılığıyla gerçek İslam inancıyla tanışır. Filmde iki kısa sahne dışında Pi’nin bu yönüne ilişkin ima bile göremiyoruz ve yetişkin Pi’nin yazara üç dine de inanmasının normal olduğunu söylediği bir cümle dışında, bu yönünü tanıma şansı yakalayamıyoruz. Karşımızda ne Vişnuya ne de Allah’a ama sadece Tanrıya yakaran bir Pi var ki bu kitapla örtüşmüyor. Oysa yine filmde kavranamayan Pi’nin küçük bir kurtarma botu ve vahşi bir kaplanla tam 227 gün süren hayatta kalma macerasında ona en büyük destek bu üç dine de inanıyor olmasıdır. Kitapta bunu tüm boyutlarıyla kavramak mümkündür. Nitekim yazarın Kanada’ya gitmesini sağlayan dürtü de, Pi’nin amcasının bir kafede ona Tanrıya inanmasını sağlayacak bir öykü bildiğini söylemesidir. Dolayısıyla, din değil ama inanç kavramı kitabın omurgasını oluştururken filmde bunu yakalamak neredeyse olanaksız. Kuşkusuz yanlış ellerde bu kitap din propagandası yapan bir filme de dönüşebilirdi. Ama bu haliyle de öykünün özü kaybolmuş. 

Üç boyut meselesine gelirsek… Pek çok film gibi belli bazı sahneler dışında, özellikle açılış sekansı dışında üç boyut bence film için gereksizmiş. Ancak, sanırım bundan böyle gerekli, gereksiz daha çok üç boyutlu filmle karşılayacağız. Zira izleticiyi evde bilgisayar başında film izlemekten vazgeçirip sinema salonlarına çekmek için film yapım şirketlerinin elindeki en büyük koz şu an için üç boyutlu filmler. Üç boyutlu televizyonlar yaygınlaştığında stüdyolar sanıyorum diğer duyuları harekete geçirecek teknolojilere odaklanacaklar. Bekleyip göreceğiz.

Kısaca, Pi’nin Yaşamı görsellik, efektler, genel akış anlamında iyi bir film olmakla birlikte, kitap okunmadıysa izleyicisine sıradan bir macera sunmaktan öte gidemeyecek bir yapıt. Ben yine de izlemenizi salık veririm ama bir koşulla kitabı da lütfen okuyun.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder