TRANSLATE. PLEASE TRY IT!

Bu Blogda Ara

19 Temmuz 2013 Cuma

NEW YORK’TA İKİ GÜN / TWO DAYS IN NEW YORK

05.07.2013
NEW YORK’TA İKİ GÜN / TWO DAYS IN NEW YORK
(Julie Delpy/ 2012)

Kariyerine oyunculukla başlayan Julie Delpy’i biz daha çok canlandırdığı küçük rollerle tanıdık. Çok göze batan yıldız bir oyuncu olmadı hiçbir zaman ama istikrarlı bir ilerleme içindeydi. 1995’ten bu yana kısa film çekerek  başladığı  yönetmenliği giderek ilerletti ve 7 filme yönetmen olarak imzasını attı. Aslında Delpy’nin biraz auteur yönetmen gibi hareket ettiğini söylemek mümkün. Zira pek çok filminde yönetmenlikle yetinmeyip filmin yapımcılığını da üstlenmiş, yetmemiş senaryosunu da yazmış. Hatta bazı filmlerinde müziği bile yapmış. Bu filmlerin başrol oyuncusu olduğunu da söylemeye gerek yok sanırım. Delpy bana biraz Woddy Allen’ın son dönemdeki şehir üçlemesini (aslında dörtleme de denebilir ama  You Will Meet a Tall Dark Stranger diğer üç film kadar öne çıkmadı) anımsatan bir seriye başladı. 2007’de çektiği Paris’te 2 Gün’den sonra sırada 2012’de New York’ta 2 Gün’ü çekti. Üçüncü bir şehir olacak mı merak ediyorum ama şimdilik bunu bir kenara bırakıp filmin öyküsüne ve diğer detaylarına göz atalım.

Marion, Mingus ile süren ilişkisinden önce Jack ile birlikteydi. Jack’le çıktığı tatilden dönerken Paris’e de uğramış ve onu ailesiyle ve çevresiyle tanıştırmıştı. Ayrılma noktasına gelmelerine karşın barışmışlardı ve  Julie Delpy’nin yönettiği Paris’te 2 Gün böylece sona ermişti. New York’ta 2 Gün Marion’un bundan sonraki yaşamına odaklanıyor. Anlaşılan o ki Marion ve Jack bir çocuk sahibi olmuşlar ama ilişkilerini yürütememişler. O dönemde Marion’un dert ortağı olan Mingus ise zamanla Marion’un sevgilisi olmuş ve yeni bir aile oluşturmuşlar. İşte New York’ta 2 Gün bu yeni aileye ziyarete gelen Marion’un ailesiyle Mingus’un “sınavını” konu ediniyor. Başka deyişle, Jack’in yaşadığı karmaşayı bu kez Mingus yaşıyor. İlk filmde olduğu gibi bu filmde de temel izlek Fransız yaşam biçimiyle Amerikalıları anlayışları arasındaki farklılıklara dayanıyor. Julie Delpy ilk filmde Marion’un Jack’le ilişkisine ağırlık vermişti. Ancak ikinci filmde Marion’un ailesi daha öne çıkıyor. Onların Amerikan bakış açısıyla aykırılıkları bazen sınırları zorluyor. İşin ilginci Marion da ailesi geldiğinde onlardan etkileniyor. Özellikle kız kardeşiyle çatışması neredeyse kural tanımıyor. Filmi izlerken biraz arafta kaldım. Acaba Delpy kendi ülkesine ve Fransızlara samimi ve biraz da acımasız bir eleştiri mi getiriyor yoksa önceki filmde de olduğu üzere Amerikalıların farklılıklara o kadar da tahammüllü olamadıklarını, aslında ne kadar muhafazakar bir toplum olduklarını mı göstermeye çalışıyor çok emin olamadım. Sanki film ikincisine  daha yakın gibi. Örneğin, Marion’un sergi açılışında söylediği bir söz üzerine öleceğini düşünerek bir kaç parça fotoğrafını yatırım için apar topar alan belalı komşuları, oportünist Amerikalı prototipine uygunmuş gibi geldi bana. Elbette filmi izleyen herkes farklı bir gözle bakabilir filmin içinde olup bitenlere. Her nasıl değerlendirilirse değerlendirilsin sonuçta bu iki filme dair ortak nokta kültürlerarası farkın anlaşmazlıkların temelini oluşturmuş olması. Bu farkın alışılageldiği gibi Arap, Müslüman, Yahudi, Uzak Doğulu ya da Ruslarla yaşanmaması, aksine elegan, sanatın ve modanın merkezi Fransa ve hatta Paris’ten gelenlerle yaşanıyor olması oldukça ironik ve sıradışı. Sanırım bu tür temsillere de gereksinim var sinemada. Öte yandan bu iki filmi Julie Delpy’nin başrolde Ethan Hawke ile oynadığı, yönetmenliğini Richard Linklater’ın yaptığı, kendi çapında kültleşmiş, hayran kitleleri oluşturmuş Before Sunrise ve Before Sunset filmleriyle bazı benzerlikleri olduğunu düşünüyorum. Kuşkusuz genre olarak farklı seriler ama hem kültürel farklılıkların öne çıkması hem de olayların geçtiği şehirlerin filme damga vurması anlamlı benzerlikler olarak göründü bana.

Filmde başrolü üstelenen yönetmen Julie Delpy’nin kafası karışık Marion karakterini iyi bir şekilde canlandırdığını söylemek mümkün. Ona Mingus karakteriyle eşlik eden Chris Rock açıkçası beni Marion’dan daha fazla eğlendirdi. Kız kardeş Rose rolünde Alexia Landeau bu filmde biraz daha öne çıkıyor. Yönetmenin babası oyuncu Albert Delpy filmde de Marion’un sınır tanımaz, coşkun babasını başarıyla canlandırıyor.

Kısaca, New York’ta 2 Gün eğer Paris’te 2 Gün’ü daha önce izlediyseniz ya da farklı bir şeyler izlemeye gereksinim duyuyorsanız iyi bir seçim olabilir.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder