TRANSLATE. PLEASE TRY IT!

Bu Blogda Ara

26 Aralık 2014 Cuma

FAKAT MÜZEYYEN BU DERİN BİR TUTKU

18.12.2014
FAKAT MÜZEYYEN BU DERİN BİR TUTKU (Çiğdem Vitrinel/2014)

12 Aralık tarihinde vizyona iki güçlü film girdi. Bunlardan ilki Hobbit: 5 Ordunun Savaşı, ikincisi ise Exodus: Tanrılar ve Krallar. Hobbit serisinin müdavimleri zaten sabırsızlıkla bu üçüncü filmi bekliyorlardı. Exodus ise güçlü bir prodüksiyon ve başroldeki Christian Beal’in hayranları da o filmi salonlarda yalnız bırakmayacaktır. Hal böyle olunca, hem bu filmlerin zaten belirli bir izleyici kitlesi olduğu için, hem de pozitif ayrımcılık yapmak adına İletişim Bilimleri Fakültesi Sinema ve Televizyon Bölümü mezunlarından Çiğdem Vitrinel’in ikinci filmi Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku’ya gitmeye karar verdim. Çiğdem Vitrinel 2011 yılında çektiği Geriye Kalan isimli ilk filmiyle 48. Antalya Altın Portakal Film Festivalinde En İyi Yönetmen ödülünü almıştı. Elbette bu sık karşılaşılan bir başarı değil. Çıtayı daha başlangıçta yüksek tutmak demek. İkinci filmi Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku’nun prömiyerini de anlamlı bir biçimde yine Antalya Altın Portakal Film Festivalinde yaptı ve Vedat Özdemir En İyi Görüntü Yönetmeni Ödülünü kazandı. Ben de filmi merakla bekleyenlerdendim. Dolayısıyla, bu hafta sizler için Çiğdem Vitrinel’in filmini izledim.

Arif roman yazmaya çabalayan, bu arada var olan ilişkisini de kelimenin tam anlamıyla sürükleyen bir adamdır. İlişki mi aşk mı ikilemi arasında gidip gelirken sevgilisi onu kapı dışarı eder ve ayrılırlar. Kaldığı dökük otel odasıyla, romanını yazdığı kahvehane ve DJ’lik yaptığı bar arasında günleri gelip geçerken, arkadaşlarının düğününde Müzeyyen’le tanışır. Müzeyyen o güne dek tanıştığı kadınlara benzemez. Arif peşine düşüp gidebileceği, aşık olacağı kadını bulduğuna inanır. Her şey hızla ama bir o kadar da güzel bir şekilde ilerlemektedir ama hep böyle mi kalacaktır?... Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku İlhami Algör’ün aynı adlı romanından uyarlama. Dürüst olmam gerekirse ben romanı okumadım. O nedenle başarılı bir uyarlama olup olmadığı konusunda bir şey söyleyemeyeceğim. Filmde belki de en beğendiğim şey kentte, kentli insanlar arasında geçen bir öyküye dayanıyor olması. Sinemamızda temsil anlamında çoğunlukla taşrada sıkışıp kalmış ya da kentin kıyısına itilmiş insanların öykülerine tanık oluyoruz. Kentli karakterler ise Romantik Komedi gibi, Hadi İnşallah gibi güldürülerin malzemesi oluyor sık sık. Çiğdem Vitrinel ilk filminde de vizörünü kentli bir çifte ve bir aldatma hikayesine çevirmişti. Yine kentli bir çifti konu etmiş filmine. Filmdeki ana kadın karakter alışageldiğimiz bir kadın değil. Arif de bunun farkına varıyor ve hem onun hem de diğer erkeklerin ona neden aşık olduklarını sorgularken bunun nedeninin Müzeyyen’in farklılığı, flört etmeyen, her şeyi olağan ve sıradan gösteren vurdumduymaz havası olduğunu düşünüyor. Filme dair çok fazla ipucu vermek istemiyorum ama Müzeyyen karakteri bana biraz Issız Adam filminin ana karakteri Alper’i anımsattı. Yani film bir anlamda var olan normların ters yüz edilmiş hali gibi.

Filmin görüntü yönetmeni Vedat Özdemir’in 51.Antalya Altın Portakal Film Festivalinde En İyi Görüntü Yönetmeni Ödülü aldığını söylemiştim. Bana kalırsa bu hakkıyla alınmış bir ödül. Özenli çerçevelerle bezeli bir film izliyoruz. Pek çok ünlü yönetmenin artık alameti farikası olan imzaları vardır. Nuri Bilge Ceylan uzun planlarla fotoğraf tadı veren filmler çeker. Zeki Demirkubuz’un kendi kendine açılıp kapanan kapıları meşhurdur. Reha Erdem’de hep hissedilen bir su teması vardır. Çiğdem Vitrinel’in iki filminde de dikkatimi çeken bir görsel anlatım var. Yerde, yüzeylerde ya da havada uçuşan toz kümeleri ya da zerrelerini bir anlatım aracına dönüştürüyor. Özellikle filmin açılış sekansında havada asılı kalan toz zerreleri gerçekten hem çok sinematografik hem de ilişkinin eski tazeliğini kaybettiğini düşündüren bir metafor. Merak ediyorum acaba iki filmde de tekrarlanan bu görsellik, mezunumuz Çiğdem Vitrinel’in imzalarından biri mi olacak. Kısaca oyunculuklara gelirsek, Erdal Beşikçioğlu’nu kırılgan bir karakteri canlandırırken izlemek hoşuma gitti. Sezin Akbaşoğulları da bana göre iyi bir performans sergilemiş. Derya Alabora’yı da canlandırdığı Hale karakterini de sevemedim. Bana kalırsa film içinde fazla ayrıksıydı. Hatta yabancılaştırma efekti gibiydi. Neyse ki ağırlıklı bir rolü yoktu da bu hissiyat uzun sürmedi.


Kısaca, Sinema ve Televizyon bölümü mezunlarımızdan Çiğdem Vitrinel’in ikinci filmi Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku’yu ben sevdim. En azından sinemamızda eksik kalan bir temsile karşılık geldiğini düşünüyorum. Görüntüsü, sesi, müziğiyle de usta işi diyebileceğim bir film. Eğer Kaybedenler Kulübü ve Issız Adam’ı sevdiyseniz bu filmden de benzer bir tadı alabilirsiniz bence.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder