TRANSLATE. PLEASE TRY IT!

Bu Blogda Ara

18 Aralık 2014 Perşembe

JOHN WICK

12.12.2014
JOHN WICK (David Leitch-Chad Stahelski/2014)

 Avrupa İnsan Hakları Film Günlerinin ve bugün yani 12 Aralık Cuma günü başlayan İşçi Filmleri Festivalinin şehrimizi sinemaya doyurduğu şu günlerde yine salonlarda pek çok türde filmle karşılaşmak olanaklı. Çocuklara yönelik animasyonlardan, Türk işi güldürülere, bilimkurgudan, romantik dramalara kadar pek çok türde film var sinemalarda. Ben de festival yoğunluğuna karşın yine de salonlara şöyle bir uğradım ve sizler için John Wick’i izledim. Filmin iki yönetmeni var, David Leitch ve Chad Stahelski. John Wick her ikisinin de ilk filmi ve her ikisi de uzun senelerdir, oyunculuk ama daha çok dublörlük yapmaktalar. Oyunculuktan gelen yönetmen örnekleri pek çok. Clint Eastwood, George Clooney başarılı örnekler. Ancak dublörlük çok daha başka bir alan. Dolayısıyla, bu açıdan John Wick ilginç olma potansiyeli taşıyan bir film olabilir diye düşündüm. Gelin şimdi filmin konusuna değinelim, ardından da öne çıkan yanlarına bakalım.

John Wick büyük bir aşkla bağlı olduğu karısını kanserden kaybeder. Onun için büyük bir yıkım olan bu kayıp, karısının öldükten sonra John’a gönderilmek üzere seçtiği Daisy isimli yavru köpekle biraz daha katlanılır bir hal alır. Köpeği ve 1969 model Mustang’i ile bir benzin istasyonunda duran John Wick’in arabasını, orada bulunan genç bir Rus satın almak ister. Ne var ki John Wick’in arabası satılık değildir. O gece Wick’in evine bir baskın düzenlenir. Beklemediği bu saldırı karşısında John Wick yaralanır, arabası çalınır. Ama en kötüsü köpeği Daisy’nin başına gelendir. O zamana kadar sakin bir yaşam içinde olan John Wick için intikam almaktan başka bir seçenek kalmaz... Keanu Reeves 1988’den bu yana oyunculuk yapıyor. Romantik dramalarda rol alsa da biz onu daha çok aksiyonu yüksek filmlerle tanıyoruz. Hız Tuzağı bana kalırsa bu alanda en bilinen filmlerinden biri. Ama asıl büyük çıkışını Matrix serisiyle yaptı. Ondan sonra da Kasımda Aşk Başkadır, Aşkta Her Şey Mümkün, Göl Evi gibi romantik dramalarda rol alsa da ağırlıklı olarak kariyerini aksiyon filmleriyle sürdürdü. Oyuncuyu en son geçen sene 47 Ronin’de izlemiştik. Bu kuralı John Wick’te de bozulmamış.

Filmin başlangıcında kim olduğunu bilmediğimiz John Wick’i film ilerledikçe tanımaya başlıyoruz. Bu konuda yazacaklarım filmi izleyeceklere ön bilgi verebilir ve filmin heyecanını azaltabilir. O nedenle çok fazla detaya girmeyeceğim. Ama filmin ana karakterini filmin akan zamanıyla birlikte tanıyoruz. Film daha çok ana karakter üzerinden ilerliyor. Yan karakterlerse onun varlığını anlamlı kılmak üzere var. William Dafoe filmdeki tanıdık yüzlerden. Çok yoğun bir rolü olmasa da canlandırdığı Marcus kritik bir öneme sahip. Filmin dikkat çeken bir başka oyuncusu ise Alfie Allen. Game of Thrones’da Theon Greyjoy rolünde izlediğimiz Alfie Allen burada Theon Greyjoy’un erken dönemlerini günümüzde yeniden canlandırıyor adeta. Babasının gücünün arkasına sığınan, şımarık, haddini bilmez bir genç olarak Iosef rolünde yine başarılı. Aksiyonu bu kadar yüksek olan filmlerde genellikle albenisi yüksek kadınlar da film boyunca boy gösterir ve bizler bunu kadın bakış açısıyla eleştiririz. Bu filmde bu gelenek en aza indirgenmiş. Miss Perkins rolünde kısa süre izlediğimiz Adrianne Palicki’yi saymazsak filmde öne çıkan kadın yok. Neredeyse film bütünüyle bir erkek filmi. Böylesi erkek yoğunluğuna pek sık tanık olmuyoruz. Filmin sonunda bir kerelik bir film olmadığı, devamının gelebileceği gibi bir duyguya kapıldım. Bakalım zaman ne gösterecek.

Filmin müziklerine seçici algım nedeniyle yine odaklandım. Hiç de fena olmayan bir soundtracki var filmin. Kurgusu aksiyona uygun biçimde yüksek ritimli. Kalabalık sahneler gayet iyi yönetilmiş. Yine detay vermeyeyim ama filmdeki otel esprisini çok sevdiğimi söylemek istiyorum.

Kısaca John Wick abartılı aksiyon sevenler ve Keanu Reeves hayranları için biçilmiş kaftan. Filmi görüp görmeme kararını size bırakıyorum. Bence önceliğiniz festival filmleri olmalı.