28.04.2011
127 SAAT / 127 HOURS (Yön. Danny Boyle/2010)
Oldukça gecikmeli de
olsa bu sene Oscar’a pek çok dalda aday gösterilen bir başka film vizyona
girdi. Genç dağcı Aron Ralston’ın 2003 yılında başından geçen kazayı anlatan ve
yönetmenliğini Danny Boyle’un yaptığı 127 Saat bu hafta vizyonda. Danny Boyle’u
Trainspotting and Slumdog Millioner filmlerinden hatırlayacağınızı düşünüyorum.
İngiliz yönetmen bu kez çekmek için hayli zor bir konuyu seçmiş ve başarıyla
üstesinden gelmiş. Gelin şimdi, filmin konusu ve filme dair detaylar üzerinde
konuşalım.
Genç dağcı Aron Ralston hafta sonunda tırmanmak için
Büyük Kanyon’a gider. Gitmeden önce Kanyon’da hangi bölgede olacağını kimseye
söylemez. Bunu özellikle yapmamıştır ama olayların gidişatı nedeniyle
ailesinden, arkadaşlarından hiç kimse onun nerede olacağını bilmemektedir.
Yolda karşılaştığı iki genç kadınla birlikte geçirdiği bir kaç eğlenceli
saatten sonra onlardan ayrılır ve yoluna devam eder. Ne var ki işler yolunda
gitmez ve düştüğü yarıkta kolu bir kayaya sıkışır ve orada mahsur kalır. İşte
film Ralston’ın o yarıkta geçirdiği 127 saati anlatıyor. Şimdi bunun neden
zorlu bir konu olduğunu üzerine konuşalım. Zorlu bir konu çünkü, temelde tek
bir karakter üstüne dönüyor. Ne kalabalık bir kadro, ne farklı bir mekan ne de
karakterin hareket şansı var. Dolayısıyla, yönetmenin ana akım sinema diliyle
bir şey yapma şansı yok. Ne patlayan bombalar, ne takip edilecek casuslar,
süratli otomobiller ne de ortalıkta dolaşan çekici kadınlar var. Sadece bir
kayaya sıkışmış genç bir adamın yaşam mücadelesi var elinizde. İzleyiciyi
sıkmadan bu 127 saati nasıl anlatabilirsiniz? İşte bu sorunun cevabını Danny
Boyle ustalıkla veriyor. Bu becerisi sayesinde de Oscar’a pek çok dalda aday
olmayı başarıyor. Filmi izlerken yönetmenliğini Sean Penn’in yaptığı ve yine
pek çok festivalde adaylığı ve ödülleri olan ve yine gerçek bir öyküden yola
çıkılarak çekilmiş, 2007 yapımı Into The Wild filmi aklıma geldi. 127 Saat
kesinlikle benzer duyguları taşıyan bir film.
Öncelikle Aron Ralston’ı canlandıran James Franco’nun
hakkını verelim. Daha çok Spider Man serisiyle tanıdığımı James Franco Milk
gibi prestijli filmlerin de oyuncusu. Kuşkusuz Franco için de Aron Ralston’ı
canlandırmak kolay bir şey değil. Kameranın yalnızca tek bir oyuncuya
odaklandığı ve hareket şansınızın olmadığı bir filmde oyunculuk adına gösteriş
yapmadan rolün hakkını vermek ve karakterin duygusunu izleyiciye aktarmak ciddi
bir oyunculuk becerisi gerektiriyor. 127 Saat James Franco’nun bu beceriye sahip
olduğunun kesin kanıtı.
Oyuncunu başarısının yanı sıra filmin anlatım dili de
dikkat çekici. Yönetmen Büyük Kanyon’un çetin doğasını hem hareketli kuş bakışı
görüntülerle hem de yakın çekimlerde yarıkların, kayaların olağanüstü dokusunu
vererek estetik bir anlatım yaratıyor. Zaman zaman aktüel zaman zaman öznel
kamera kullanımıyla filme hareket katıyor. Filmin mekan, oyuncu kısıtlılığına
rağmen izleyiciyi sıkmadan kendini izletme becerisinin ardında yatan en temel
unsur ise kurgu. Zamanla Aron’ın görmeye başladığı halisünasyonlar, anıları,
kendi kendine yaptığı kayıtlar, düşleri ile hem karakterin ruh halini, hem
yaşantısını algılıyoruz hem de filme ritm katıyor. Yönetmenin bir başka
başarısı ise Aron’ın kurtuluşuyla ilgili. Başka bir yorumda çok farklı ve ajite
edici bir biçimde izleyiciye verilebilecek bu kurtuluş süreci Danny Boyle’un
elinde bambaşka bir boyut kazanmış.
Filmin müzikleri de başka bir olumlu nokta. Özellikle
Aron’ın bisiklet sahnelerinde ritmik müzik filme ritnm katıyor. Bill Withersın
seslendirdiği Lovely Day ile ona eşlik eden görüntülerin yarattığı ironi ise
akıllara kazınıyor.
Kısaca, Danny Boylu’un yönettiği ve James Franco’nun
olağanüstü oyunculuğuuyla taçlanan 127 Saat bence izlenmesi gereken bir film.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder