27.12.2013
HAYATBOYU (Aslı Özge/2013)
Aslı Özge’nin ismini, ilk kez 2009 yılında senaryosunu
yazıp yönettiği Köprüdekiler filmiyle duymuştuk. Film o sene Uluslararası
Ankara Film Festivali’nde ulusal yarışmada en iyi film ödülüne layık
görülmüştü. Locarno Film Festivalinde de gelecek vaat eden yönetmen ödülüne
aday gösterilmişti. Aradan dört yıl geçtikten sonra Aslı Özge Hayatboyu ile
yeniden izleyici ile buluştu. 32. Uluslararası Film Festivalinde en iyi
yönetmen ödülü aldığı bu film, bir kaç haftadır Başka Sinema kapsamında
gösterimde. Gelin şimdi önce filmin konusuna değinelim, ardından da diğer
detaylara bakalım.
Ela ve Can iyi
eğitimli, üst orta sınıfa mensup, sanat ve mimariyle uğraşan orta yaşlı bir
çifttir. Görünüşte her şey yolundadır ama aralarındaki mesafe barizdir. Bu
mesafeyi Can’ın kuytu köşelerde yaptığı telefon görüşmeleri daha da açar...
Aslı Özge, Köprüdekiler filmiyle yarı belgesel yarı kurmaca bir yapım ortaya
koymuş, Boğaziçi Köprüsünde bir biçimde kendini var etmeye çalışan üç farklı
erkeğin yaşamlarını bize aktarmıştı. Yönetmen Hayatboyu ile bambaşka bir biçeme
ve konuya sahip bir film çekmiş. Öncelikle ele aldığı karakterler orta sınıfın
konformizmi içinde adeta boğulup gitmiş bir çift. Köprüdekiler’in karakterleri
gibi bir mağduriyetten Ela ve Can için asla söz edilemez. Can’ın tasarladığı
konforlu evlerinde farklı ülke mutfaklarının yemeklerini pişirip arkadaşlarını
ağırladıkları, iyi restoranlarda, kulüplerde zaman geçirdikleri bir yaşam
standartları var. Dolayısıyla, yönetmen bu kez farklı bir yaşantıya kamerasını
çevirmiş ki biz bu tür temsillerle sinemamızda pek sık karşılaşamıyoruz. Öte
yandan filmin ritmi ve anlatım dili de Köprüdekiler’den hayli farklı. Köprüdekiler’de
çoğu aktüel kamerayla çekilmiş o belgesel duygusunu veren atmosferin aksine,
Hayatboyu’nda daha planlanmış sahne ve çekimlerden oluşan, daha ağır ve dingin bir
anlatımla karşılaşıyoruz. Filmde beni en çok etkileyen nokta çekimlerin
yapıldığı mekanlar. Filmde karakterlerin yaşamlarındaki sıkışmışlık,
kaybolmuşluk duygusunu destekleyecek nitelikte kapalı ve büyük mekanlar seçilmiş.
Aydınlatmanın da yardımıyla soğuk, kasvetli bir atmosfer yaratılmış. Ela’nın
duygularını anlamamıza yardım edecek, onun bilinçaltını yansıtan bir kaç sahne
izleyiciyi şaşırtacaktır sanırım. Zaten bu ve benzeri pek çok öğe filme dair
derinlikli çözümlemeler yapmamıza izin verecek nitelikte. Bütün karakterlerin
isimlerinin neden üç harfli olduğu bile bir soru işareti yaratıyor. Filmin bir
başka olumlu noktasıysa, rahatlıkla melodrama kayabilecek ve alışageldiğimiz
anlatım yollarıyla aktarılabilecek aldatma meselesinin çok incelikli bir
biçimde bir noktada tutulmuş olması. Filme dair yönetmenin bu tasarrufunu da
çok başarılı bulduğumu söylemeliyim.
Aslı Özge’nin
filminde dikkat çeken bir başka nokta ise sinemamızda isim yapmış oyuncularla
çalışmaması. Ne Ela rolünde izlediğimiz Defne Halman ne de Can rolünde
izlediğimiz Hakan Çimenser yüzlerini perdede görmeye alışkın olduğumuz
oyuncular değiller. Defne Halman’ın kariyeri büyük oranda tiyatroya dayanıyor. Çok
iyi eğitimli bir oyuncu. Televizyon programcılığı ve sunuculuk geçmişi de var. Aynı
biçimde Can rolünde izlediğimiz Hakan Çimenser’in de kariyeri tiyatro üzerine
kurulu. Her ne kadar tiyatro oyunculuğu ile sinema oyunculuğunun çok farklı
olduğuna inansam ve savunsam da bu kez bir istisnanın var olduğunu söyleyebilirim. Bana göre Halman
ve Çimenser’in tiyatroya dayanan oyunculukları rahatsız etmiyor. Hatta Defne
Halman’ın filmdeki performansının bizim sinemamız için cesur olduğunu bile
söyleyebilirim.
Kısaca, Hayatboyu
ortasınıf yaşantılara ayna tutan, kendimizle ve yaşamlarımızla yüzleşmemize
yardım eden, detaylarla işlenmiş incelikli, görülesi bir film.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder