TRANSLATE. PLEASE TRY IT!

Bu Blogda Ara

14 Kasım 2012 Çarşamba

127 SAAT / 127 HOURS


28.04.2011

127 SAAT / 127 HOURS (Yön. Danny Boyle/2010)

Oldukça gecikmeli de olsa bu sene Oscar’a pek çok dalda aday gösterilen bir başka film vizyona girdi. Genç dağcı Aron Ralston’ın 2003 yılında başından geçen kazayı anlatan ve yönetmenliğini Danny Boyle’un yaptığı 127 Saat bu hafta vizyonda. Danny Boyle’u Trainspotting and Slumdog Millioner filmlerinden hatırlayacağınızı düşünüyorum. İngiliz yönetmen bu kez çekmek için hayli zor bir konuyu seçmiş ve başarıyla üstesinden gelmiş. Gelin şimdi, filmin konusu ve filme dair detaylar üzerinde konuşalım.

Genç dağcı Aron Ralston hafta sonunda tırmanmak için Büyük Kanyon’a gider. Gitmeden önce Kanyon’da hangi bölgede olacağını kimseye söylemez. Bunu özellikle yapmamıştır ama olayların gidişatı nedeniyle ailesinden, arkadaşlarından hiç kimse onun nerede olacağını bilmemektedir. Yolda karşılaştığı iki genç kadınla birlikte geçirdiği bir kaç eğlenceli saatten sonra onlardan ayrılır ve yoluna devam eder. Ne var ki işler yolunda gitmez ve düştüğü yarıkta kolu bir kayaya sıkışır ve orada mahsur kalır. İşte film Ralston’ın o yarıkta geçirdiği 127 saati anlatıyor. Şimdi bunun neden zorlu bir konu olduğunu üzerine konuşalım. Zorlu bir konu çünkü, temelde tek bir karakter üstüne dönüyor. Ne kalabalık bir kadro, ne farklı bir mekan ne de karakterin hareket şansı var. Dolayısıyla, yönetmenin ana akım sinema diliyle bir şey yapma şansı yok. Ne patlayan bombalar, ne takip edilecek casuslar, süratli otomobiller ne de ortalıkta dolaşan çekici kadınlar var. Sadece bir kayaya sıkışmış genç bir adamın yaşam mücadelesi var elinizde. İzleyiciyi sıkmadan bu 127 saati nasıl anlatabilirsiniz? İşte bu sorunun cevabını Danny Boyle ustalıkla veriyor. Bu becerisi sayesinde de Oscar’a pek çok dalda aday olmayı başarıyor. Filmi izlerken yönetmenliğini Sean Penn’in yaptığı ve yine pek çok festivalde adaylığı ve ödülleri olan ve yine gerçek bir öyküden yola çıkılarak çekilmiş, 2007 yapımı Into The Wild filmi aklıma geldi. 127 Saat kesinlikle benzer duyguları taşıyan bir film.

Öncelikle Aron Ralston’ı canlandıran James Franco’nun hakkını verelim. Daha çok Spider Man serisiyle tanıdığımı James Franco Milk gibi prestijli filmlerin de oyuncusu. Kuşkusuz Franco için de Aron Ralston’ı canlandırmak kolay bir şey değil. Kameranın yalnızca tek bir oyuncuya odaklandığı ve hareket şansınızın olmadığı bir filmde oyunculuk adına gösteriş yapmadan rolün hakkını vermek ve karakterin duygusunu izleyiciye aktarmak ciddi bir oyunculuk becerisi gerektiriyor. 127 Saat James Franco’nun bu beceriye sahip olduğunun kesin kanıtı.

Oyuncunu başarısının yanı sıra filmin anlatım dili de dikkat çekici. Yönetmen Büyük Kanyon’un çetin doğasını hem hareketli kuş bakışı görüntülerle hem de yakın çekimlerde yarıkların, kayaların olağanüstü dokusunu vererek estetik bir anlatım yaratıyor. Zaman zaman aktüel zaman zaman öznel kamera kullanımıyla filme hareket katıyor. Filmin mekan, oyuncu kısıtlılığına rağmen izleyiciyi sıkmadan kendini izletme becerisinin ardında yatan en temel unsur ise kurgu. Zamanla Aron’ın görmeye başladığı halisünasyonlar, anıları, kendi kendine yaptığı kayıtlar, düşleri ile hem karakterin ruh halini, hem yaşantısını algılıyoruz hem de filme ritm katıyor. Yönetmenin bir başka başarısı ise Aron’ın kurtuluşuyla ilgili. Başka bir yorumda çok farklı ve ajite edici bir biçimde izleyiciye verilebilecek bu kurtuluş süreci Danny Boyle’un elinde bambaşka bir boyut kazanmış.

Filmin müzikleri de başka bir olumlu nokta. Özellikle Aron’ın bisiklet sahnelerinde ritmik müzik filme ritnm katıyor. Bill Withersın seslendirdiği Lovely Day ile ona eşlik eden görüntülerin yarattığı ironi ise akıllara kazınıyor.

Kısaca, Danny Boylu’un yönettiği ve James Franco’nun olağanüstü oyunculuğuuyla taçlanan 127 Saat bence  izlenmesi gereken bir film.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder