TRANSLATE. PLEASE TRY IT!

Bu Blogda Ara

14 Kasım 2012 Çarşamba

LONDRA BULVARI / LONDON BOULEVARD


20.05.2011
LONDRA BULVARI / LONDON BOULEVARD (William Monahan/2010)

Sizin de bildiğiniz gibi sinema salonlarında Hollywood'un bariz bir egemenliği var.  Amerikan yapımı filmler o kadar başat ki başka ülkelerde çekilmiş filmleri izleme şansına festivaller dışında pek sahip olamıyoruz. Hatta nicelik olarak üretimi hızlanan sinemamızın ortaya koyduğu örnekler bile her zaman salonlarda yer bulamıyor. İşte bu hafta ABD ortak yapımı olmakla birlikte popüler İngiliz sinemasına örnek oluşturabilecek bir film vizyonda : Londra Bulvarı. Ken Braun'un romanından uyarlanan Londra Bulvarı'nın senaryo yazarı William Monahan. Yine bir uyarlama olan Köstebek'in senaryosuyla 2007'de Oscar başta olmak üzere pek çok festivalden ödülle dönen Monahan, Londra Bulvarı'nda ilk kez yönetmenliği de denemiş. Aynı zamanda filmin kalabalık yapımcı kadrosu arasında da yer alıyor. Senaryo yazmadaki başarısı tescilli olan Monahan acaba yönetmenlikte de aynı başarıyı yakalabilmiş mi? Bu konu hakkında konuşmadan önce gelin kısaca filmin konusuna değinelim.

Mitchel hapisten yeni çıkmış ve onu oraya sürükleyen arkadaşları tarafından yine benzer işler yapmaya zorlanan genç bir adamdır. Çevreden yapılan tüm baskılara karşın Mitchel düzgün ve yasalara uygun bir yaşam sürmek istemektedir. Tesadüfen tanıştığı bir kadın ona Charlotte isimli ünlü bir oyuncunun koruması olmasını önerir. Mitchel bu işi kabul etse de başına gelen olaylar onun arzu ettiği hayatı sürdürmesine izin vermez.  Öncelikle filmde öne çıkan nokta görsel anlamda bizi görmeye pek alışık olmadığımız bir ortama, Londra'nın arka sokaklarına götürmesi. Yönetmen Monahan, belanın kol gezdiği bu sokakları uzun uzun betimlemek yerine bir kaç nüansla genel atmosferi vermeye çalışmış. Mitchel’ın durduğu sokağın karşısından kara çarşaflar içinde geçen bir kadın, fonda işitilen ezan sesi bu sokaklardaki Müslüman diasporasının ağırlığını hissettiriyor. Filmin ilerleyen bölümlerinde benzer biçimde rahibeleri ve çan seslerini de işitiyoruz. Rus gangester, Boşnak katil, Hindu doktor derken Londra'nın arka sokaklarında egemen olan kozmopolit yapı hakkında fikir sahibi oluyoruz. Ancak bu kimliklerle ilgili olarak derinlemesine bir yaklaşımın var olduğunu söylemek zor. Yönetmen bazı stereotipler üzerinden filmin karakterlerini yaratmış. Filmde egemen olan bol küfürlü İskoç aksanı da bir farklılık olarak kendini hissettiriyor ve sözünü ettiğimiz arka sokakların atmosferine uyum sağlıyor.

Film aslında pek çok örneğine tanık olabileceğimiz bir suç öyküsünü anlatıyor. Daha doğrusu anlatmaya çalışıyor. Ancak ne var ki filmde her şey sanki askıda kalıyor. Filmi izlerken bir şeylerin eksik kaldığı hissine kapılıyorsunuz. Ana karakter Mitchel’ın başına gelen olayları takip ederken bazen bunların neden olduğunu kavramak güç olabiliyor. Bazen olaylar gereğinden hızlı ilerliyor. Senaryo olarak iyi bile olsa kurguda var olan sorun böyle bir anlatımın ortaya çıkmasına yol açıyor. Charlotte ile Mitchel arasındaki ilişki olayların gidişatını belirleyen bir mesele olmasına rağmen filmde bir yan öykü gibi işliyor.

Filmdeki oyunculuğa gelirsek… Ana karakter Mitchel’ı canlandıran Colin Farrell’ın en iyi performanlarından biri olduğunu söyleyebilirim. Ünlü oyuncu Charlotte’u canlandıran Keira Knightly ise her zamanki performansını sergiliyor. Oyunculuğunun öne çıkan, farklılık yaratan bir yanı yok. Cennetin Krallığı ve Harry Potter serisinden tanıdığımız David Thewlis, Jordan karakteriyle kanımca filmdeki en başarılı oyunculuklardan birini izlememizi sağlıyor. Londra Bulvarı filminin en güzel yanı müzikleri. Doğru yerde ve zamanda kullanılan müzikler filme ritim katmakla kalmıyor önemli bir anlatım aracı olarak varlığını hissettiriyor. Filmin tema müziği olarak kullanılan The Yardbirds’ün Heart Full of Soul isimli şarkısı eski bir çalışma olmakla birlikte filmin genel atmosferine çok güzel uymuş. Kısaca, Londra Bulvarı farklı detayları olan, müzikleriyle akılda kalan bir film ama bunun ötesinde izleyicisine çok fazla bir şey katan bir film değil. Özellikle filmin akışının sık sık sekteye uğradığını yinelemem gerek. Dolayısıyla, Londra Bulvarı kaçırırsanız üzülmeyeceğiniz, ama izleme şansınız olursa da Guy Richie’nin başlattığı akımın bayrak taşıyıcısı olmaya aday bir film izlediğinizi düşündürecek bir çalışma.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder