TRANSLATE. PLEASE TRY IT!

Bu Blogda Ara

17 Nisan 2013 Çarşamba

KELEBEĞİN RÜYASI





04.04.2013
KELEBEĞİN RÜYASI
(Yılmaz Erdoğan/2012)

Yılmaz Erdoğan, şöhreti televizyonda Bir Demet Tiyatro ile yakalamış, Beşiktaş Kültür Merkezinde tiyatroyla uğraşmaya devam ederken bir taraftan da bugüne kadar senaryosunu kendisinin yazdığı beş tane film yönetti. Hepsinde oyuncu olarak da yer aldı. 2000’de Vizontele ile başlayan bu süreç, Vizontele Tuuba, Organize İşler, Neşeli Hayat ve 22 Şubat’tan bu yana vizyonda olan Kelebeğin Rüyası’na kadar geldi. Oldukça gecikmeli de olsa bu hafta filmi izleme şansını yakalayabildim. Gelin şimdi filmde neler oluyor konuşalım...

1941 Avrupa ve dolaylı da olsa Türkiye için zor bir yıldır. Savaş Türkiye’nin zor koşullarda ayakta kalmaya çalışmasına neden olmaktadır. İşte Rüştü ve Muzaffer bu zorlu dönemde, Zonguldak’ta yaşamakta olan iki gençtir. Bu iki gencin iki ortak özelliği onları iki iyi arkadaş, kader ortağı yapmaktadır. Bunlar, şiir ve veremdir. Bir gün Zonguldak’a gelen Suzan bu iki gencin yaşamına hareket ve renk katar... Kelebeğin Rüyası’nda olaylar 1941’de geçtiği için haliyle o dönemin duygusunu vermek en önemli noktalardan biri oluyor. Bir dönem filminde gerek kostümler, gerek mekanlar ve gerekse hal tavır, konuşma biçimleri o dönemi yansıtmalıdır. Bu açıdan filmi değerlendirdiğimizde oldukça incelikli bir iş çıkartılmış olduğunu söyleyebilirim. Bir iki küçük detay dışında her şeyin dönemle örtüşüyor. Tam bu noktada filmin yapımcılarından biri olan Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi mezunlarından olan Oğuz Peri’yi de kutlamak istiyorum. Zira böyle bir filmde yapımcı olmak da ciddi uğraş gerektirir ve ortaya iyi bir iş çıktığı çok açık. Kelebeğin Rüyası görsellik açısından gösterişli pek çok çekimle bezenmiş bir film. Yılmaz Erdoğan bu filmde Türkiye’nin en çok aranan görüntü yönetmenlerinden biri olan Gökhan Tiryaki ile çalışmış. Her biri ayrı ayrı bir fotoğraf güzelliğindeki bu çekimlerde fotoğrafçılıktan gelen Tiryaki’nin imzası hissediliyor. Ancak filmden çıktığımızda şu sonuca varmak kaçınılmaz oluyor; güzel görüntüler her zaman bir filmi başarılı yapmaya yetmiyor. Neden mi? Çünkü Kelebeğin Rüyası doyulmaz güzellikteki görüntülerine karşın gereğinden fazla sarkmış bir film. Bu öyküyü anlatmak için 138 dakikaya gerçekten gerek var mıydı merak ediyorum.

Filmde Zonguldak’ın mekan olarak seçilmesi elbette önemli. Yakın dönemde Zonguldak Zeki Demirkubuz’un Kıskanmak filminde yine bir dönem filmine mekan olmuştu. Elbette merdivenli sokakları, yalçın kayalıkları ve hırçın deniziyle Zonguldak güzel bir malzeme veriyor. Yılmaz Erdoğan filminde kömür ocağında çalışma koşullarının zorluğuna, kömür ocaklarıyla ilgili dönemin politikalarına eleştirel olduğunu sezdiğimiz bir yaklaşımla teğet geçiyor. Teğet geçiyor diyorum, çünkü bu konu filme fon olmaktan öte gidemiyor hatta biraz daha ileri götürürsem filmin yaması gibi görünüyor. Rüştü ve Muzaffer’in hastalıklarıyla bir ilgisi olmadığı gibi, ocakta çalışan işçilerin sorunlarının yansıtıldığı bir ilişki de kurulmuyor. Hal böyle olunca da ortaya eklektik bir malzeme çıkıyor. Şu soru sanırım anlatmak istediğim meseleye ışık tutacaktır: Eğer olaylar Zonguldak’ta değil de Manisa’da, Tekirdağ’da ya da Nevşehir’de geçseydi aynı öykü anlatılamaz mıydı? Bana kalırsa Yılmaz Erdoğan son derece popülist bir yaklaşımla kömür ocaklarını bir fon olarak kullanmış bu filmde. Bu da derinliği olmayan bir malzeme olarak duruyor filmde.

Oyunculuk açısından filmde Kıvanç Tatlıtuğ’un harika bir iş çıkardığını düşünüyorum. Bana kalırsa artık Kıvanç Tatlıtuğ’a model değil, oyuncu denmeli. Genç şair Muzaffer’e kelimenin tam anlamıyla can katmış. Mert Fırat genellikle iyi bir oyuncu olarak öne çıksa da bu filmdeki oyunculuğunu tıpkı Belçim Bilgin’de olduğu gibi abartılı ve yapmacık buldum. Bana kalırsa Belçim Bilgin Üsküdar Kandilli Kız Lisesine giden Suzan’ı canlandırmak için çok yanlış bir seçim olmuş. Yetişkin kadın bedeninde yeniyetme bir kızın şımarıklıklarını sergilemesi eğreti durmuş. Çok merak ediyorum, acaba o yaş grubuna yakın başka bir oyuncu bulunamaz mıydı? Filmde geç bir aşamada karşımıza çıkan Farah Zeynep Abdullah’ın oyunculuğu bana göre tutumlu, gösterişten uzak, abartısız bir performanstı. Yılmaz Erdoğan da Behçet Necatigil yorumunda göz dolduramasa da fena bir iş çıkarmamış.
Kısaca, Kelebeğin Rüyası çok para harcanmış, gösterişli bir yapım. Görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki ve oyuncu Kıvanç Tatlıtuğ çok başarılılar ama onların başarısı filmi başarılı olarak tanımlamaya yetmiyor. Dlayısıyla filmi görüp görmemeyi sizin kararınıza bırakıyorum.








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder