TRANSLATE. PLEASE TRY IT!

Bu Blogda Ara

5 Nisan 2013 Cuma

AŞK SEANSLARI / THE SESSIONS


28.03.2013
AŞK SEANSLARI / THE SESSIONS
(Ben Lewin/2012)

Sinemada bazı konular, bazı temsiller genellikle görmezden gelinir; ikinci planda kalır. Bu konulardan biri yaşlılıktır. Yalnızca yaşlılar üzerine ilerleyen film sayısı oldukça azdır. Marc Rydell’ın 1981’de çektiği Altın Göl, Bruce Bresford’un yönettiği 1989 yapımı Bayan Daisy’nin Şoförü ya da 2012 yapımı Haneke imzalı Aşk, yaşlıları başrole taşıyan az sayıdaki filmden ilk sıralayabileceklerimiz. Yaşlılar gibi engelliler de filmlerde temsil açısından ihmal edilir çoğunluk. Engelli bir karakterin başrolde olduğu filmler arasında Jim Sheridan imzalı Sol Ayağım sanıyorum hepimizin ilk aklına gelen örneklerden biri olacaktır. Biraz daha düşündüğümde Ron Covic’in yönettiği 4 Temmuz isimli film bir başka örnek olarak beliriyor. Gerçekten sinema sektörü bu ve benzeri temsiller konusunda oldukça tutumlu davranıyor. İşte bu konuda iyi örneklerden biri şu an şehrimizde tek bir salonda oynamakta: Aşk Seansları. Filmin yönetmenliğini, kariyerini daha çok televizyon alanında ilerletmiş, özellikle Ally McBeal başta olmak üzere pek çok popüler diziye imza atmış olan Ben Lewin üstlenmiş. Gelin şimdi film hakkında konuşalım...

Mark O’Brien 6 yaşında geçirdiği ağır bir çocuk felci nedeniyle yatalak bir hayat sürmek zorunda kalmıştır. Başkalarının bakımına muhtaç olmasına ve gününün büyük bir bölümünü adeta demir bir tabut içinde geçirmesine karşın yaşamın içinde olmak için direnir. Motorlu sedyesiyle eğitimine devam eder ve mezun olur. Fiziksel engeli nedeniyle üretken olabildiği ve tutku duyduğu tek şey yazmaktır. Ne var ki 38 yaşına gelmiş olmasına karşın henüz bir kadınla ilişki yaşamamış olması kafasını en çok yoran konu olur. Aynı zamanda koyu bir Katolik olan Mark’ın hayatına, önce devam ettiği kilisenin rahibi, ardından da bakımını üstlenen Vera ve ona bir ilişkiyi nasıl yaşayabileceğini öğretecek olan danışman Cheryl girer. Mark’ın hayatına giren bu üç insan elbirliği ile onun bu deneyimi kazanmasına destek olur... Filmi etkileyici kılan özelliklerin başında gerçek bir karaktere dayanıyor olması geliyor. Filmin açılış sekansında Mark O’Brien’ın gerçek hayatta çekilmiş olan görüntüleri yer alıyor. Onun yollarda motorlu sedyesiyle gidişini, mezuniyetini görüyoruz. Ardından John Hawkes’ın canlandırdığı Mark O’Brien’ı izlemeye başlıyoruz.

Filmin sinematografik olarak çarpıcı bir yanının olduğunu söyleyemem. Ama zaten konu o kadar ilginç, günlük deneyim ve gözlemlerimizden o kadar uzak ki gösterişli bir sinematografi bana göre bu film özelinde zaten çok gerekli değil. Eğer yönetmen Ben Lewin bunu bilinçli bir tercih olarak yaptıysa bence doğru bir seçim yapmış. Filmin kurgusu doğrusal ve temiz bir iş. Olayları akıcı biçimde takip etmemize izin veriyor.

Aşk Seansları’nın dramatik yapısına baktığımızdaysa bir buçuk saatlik filmin büyük bölümünü Mark O’Brien’ın espiri becerisine, hayata pozitif bakan yönüne hayranlık duyarak, neşe içinde izliyorsunuz. Neredeyse filmin sonuna kadar aynı biçimde ilerleyen atmosfer, daha sonra değişiyor ve deyim yerindeyse izleyicinin duvara toslamasına neden oluyor. Filmin bu yanıyla da çarpıcı olduğunu düşünüyorum.

Filmde oyuncu seçimleri karakterlerle uyumlu yapılmış ve bence her oyuncu oynadığı karakterin hakkını vermiş. Bir ayrım yapmakta gerçekten zorlanıyorum. Ama en azından Mark O’Brien’ı canlandıran John Hawkes’ın harika bir iş çıkardığını söyleyebilirim. Helen Hunt için Aşk Seansları uzun bir aradan sonra performansını, yeteneğini sergileme şansı bulduğu bir proje olmuş. William Macy ise rahip Brendan rolüyle filmde bizi en çok gülümseten kişi oluyor. Kuşkusuz filmin ana izleği cinsel ilişki yaşamanın yolunu öğrenmeye çalışan yatalak, engelli bir erkek olunca filmde çıplak bedenler de sık sık boy gösteriyor. Ancak bu sahnelerden erotik anlamlar çıkarmak, bu sahnelerin müstehcen olduğunu düşünmek neredeyse olanaksız.


Kısaca, Aşk Seansları gerek gerçek bir karakterden yola çıkan öyküsü, gerek o öyküyü aktarış biçimi ve gerekse ihmal edilen bir temsile odaklanması nedeniyle hayli ilginç bir film. Üstelik eğlenceli de. Başta Sundance Film Festivali olmak üzere pek çok festivalden adaylık ve ödülle geri dönen bu filmi izlemenizi kesinlikle salık veririm.  





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder